19 Haziran 2010 Cumartesi

GÜÇ İSTENCİ; Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi

“…Belki de ben, yalnızca insanın niçin güldüğünü en iyi bilenim.



İnsan, sadece o denli derin acı çeker ki, o gülmeyi icat etmeye mecbur kaldı.


En umutsuz ve en melankolik hayvan, haklı olarak en şen şatır olanıdır.”


(Güç İstenci; syf.64)


Nietzsche ve felsefesi hakkında o kadar çok şey yazıldı ve çizildi ki bunlar arasında belki de onun söylemek istediklerini en iyi anlatan en iyi tasvir eden bana göre şuydu; Nietzsche kesinlikle kölenin felsefesini değil kral insanın felsefesini yapıyordu ve öngörüyordu. Ve yine dikkat çekici olarak asla teslimiyetçi bir iradeyi savunmadı, o asla felsefesin de her şeye razı olan bir insan istemiyordu. Bu yüzden Nietzsche Felsefesi yıkıcıydı ve eylemseldi ve kesinlikle bu sayılan içgüdülere sahip, Kral Doğan İnsana sesleniyordu. Anlaşılması zor, ağdalı cümleleriyle, şairane üslubuyla Nietzsche tam bir fenomendi. İnsanın psiko-genetik haritasını çözmüş olan Nietzsche, tüm yapıtaşlarıyla insanı yeniden formülize etmeyi başarabilmiştir. Bunu yaparken insanın bilinen dünyada nelerden vazgeçtiğini ve neleri yadsıdığını görmeye çalışmış, bu arada bunu yapabilmek için insan-ahlak ilintisini (çelişkisini) tüm yazmalarında irdelemeye devam etmiştir. Referanslarını insanlık tarihinden ve ona ait değerler dizgesinden alan Nietzsche felsefesi, adeta bir ruh girdabı gibi tüm insanlığı yutmayı, dönüştürmeyi, hatta yok etmeyi amaçlamaktadır. İşte Nietzsche ye deccal denmesinin en önemli sebebi tam olarak budur. Çünkü o çekiciyle ve balyozuyla gelen bir işçi gibi tüm insanlığı şekle sokmaya, onu baştan yaratmaya çalışıyordu.

Değerlerin ve insanın felsefesini yapan Nietzsche, bu konuda gerek Antik Yunan ve Roma’dan(Sokrates, Platon, Sezar vs) gerek Dinler Tarihinden(özellikle Eski Ahit ve İncil Alıntılarından) gerekse 19.yy siyasi gelişmelerinden(özellikle Fransız İhtilali ve 19.yy Almanya’sından) beslenerek yozlaşmanın sistematiğini çözmeyi arzulamış ve bunu büyük ölçüde başarmıştır. Bu bağlamda Nietzsche, çöküntünün felsefesini geniş bir ufukta değerlendiren nadir filozoflardandır. Özgündür ve genel itibariyle yazdıkları yok etmeye meyillidir. Yazdıklarını genel başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz; -insan, -tarih, -kültür, -ahlak, -sanat, -edebiyat, -siyaset gibi. Ama bu sayılanlar içinde Nietzsche en fazla insan temasıyla ilgilendi ve uğraştı. Haklı olarak ona göre her şeyin sorumlusu olan -baş aktör- insandı.






“…Ahlaklı insan ahlaksız olandan daha aşağı bir türdür, daha zayıf olandır; evet, o ahlaka göre bir tiptir, ama kendi tipi değildir; bir kopyadır, en iyi halde bir iyi kopyasıdır.”(syf.199) Bu cümleleriyle Nietzsche tüm felsefesinin sorunsalını öne sürüyor ve kendi lisanında haklılaştırmaya çalışıyor. Felsefesinin yapıtaşı olan İnsan ve Ahlak ilintisini ve çelişkisini bu söylemle ima ediyor. Nietzsche bu durumu daha da ironik bir havaya sokarak mevcut insan tipini aşağılama yoluna gidiyor. Bu tarz değerden düşürme çabalarına Nietzsche’nin hemen hemen tüm eserlerinde rastlamak mümkün. Çünkü Ahlak ve İnsan olumlaması ona göre köle ruhların uydurması ve egemenliğinden ibaretti. Ve bununla savaşılmalıydı hatta bu 3.sınıf değerlerin yok edilmesi şarttı. Çünkü bu bir yanılgıdan ibaretti. İnsan kendi kendini bu yanılgıyla hapsetmişti ve bunu yaparken Ahlak denilen şeyi icat etmişti. Bu yüzden Nietzsche var olan ahlaklı insanı reddederek onun yerine doğal olana yani ahlaksız insana bel bağlamıştı. Onun felsefesi ahlaka ve ahlakın öngördüğü düzene karşı tahammülsüzdü ve bu yüzden yaratılmış olan toplam değerlere karşı kindar ve gaddardı.


Nietzsche felsefesinin Değerler Evrenine düşmanca yaklaşımının diğer bir nedeni de modern insanın gücünden düşürülüp iradesini terk etmesinin olumlanmasıdır. Yani kısaca günümüz değer yargıları ve yozlaşma sayesinde insan kendine yabancı bir hale getirilmiştir. Çünkü Nietzsche’ye göre ahlak kısaca; iradesinden kopan insanın pasifleşerek hayata karşı kendini kurban etmesinin ölçüsüydü. Hayata yenilen ve bu yenilgiye göre davranmakta mecbur bırakılan insan kendisinin değil kölelerin hizmetkârlığını kabullenmiştir. Bu konuda Nietzsche şunları dile getirmektedir; ”…Ben iradenin reddedilmesini, olumsuzlanmasını öğreten bir felsefeyi insanı aşağıya indiren ve ona iftira eden bir öğreti olarak değerlendiriyorum. Bir iradenin kudretini, onun ne derece direncine, çektiği acıya, işkenceye ve bunları kendi çıkarına dönüştürmeye göre takdir ediyorum.”(syf.199)


Fark edildiği üzere bu söylemler gerçekten de sıra dışı ve çarpıcı. Ve felsefi literatürde kesinlikle ayrı bir yeri var. Bu cümleler kral doğan insanın felsefesine ait ve bu cümleler kesinlikle kökünü bu güçlü insan fenomeninden almaktadır. Güce tapınan ve kendisinin farkında olan tabii insandan… Bu cümlelerin müjdelediği şey zeki ve bir o kadarda egemen bir iradeden başkası değildir. Bu cümleler, çok nadir dünyaya gelen ve insanlığı peşinden sürükleyen o eksiksiz güç toplamını bize anlatmaya çalışır.


Peki, bu müjdelenen ve beklenen insan formu şu ana kadar dünyaya hiç gelmedi mi? Nietzsche bu nadir kişiliklerden birkaçını sayar. Napolyon, Sezar, İskender. Dikkat edilirse hepsinin tek ortak özelliği vardır; o da bu sayılan kişiliklerin döneminin en büyük savaşçı krallar olmalarıdır. Ve kesinlikle güç için her şeyi mubah görmeleridir. Güç için kıyımlara evet diyebilmeleridir. Nietzsche’nin tipik olarak onayladığı insan formu tam olarak bu özelliklere karşılık gelmektedir diyebiliriz. Bu insanlar aynı zamanda dünyayı değiştiren ve istedikleri gibi yönlendirmekten korkmayan cesaretli hükümdarlardı. Zayıfı ezen boyunduruğuna almayı isteyen, köleci, zalim, kıyıcı insanlardı. Nietzsche bu özel insanların önünde hayranlıkla eğildi. Saygıyı hak ettiklerine inandı. Çünkü bu insanlar ona göre doğal davranmışlardı ve kesinlikle içgüdülerine göre davranmaktan korkmamışlardı. Bu durumu kendi cümleleriyle şöyle örneklendirir;”Napolyon: Yüksek ve korkunç insanın bir arada oluşunu, zorunlu birlikteliğini kavramıştır.”Adam”(erkek) yeniden yerli yerine yerleştirildi. Kadın için hor görmenin ve korkunun borçlu olunan bedeli geri kazanıldı.”Bütünlük” sağlık ve en yüksek etkinlik olarak görüldü. Davranışta düz çizgi, büyük bir üslup yeniden keşfedildi. En güçlü içgüdü, hatta hayatın içgüdüsü egemenliği onaylandı.” (syf.479)


Güç istenci adlı eserinde Nietzsche toplam değerlerden(ahlaktan) kurtulmanın bir diğer yolunu bencilleşmeden ya da ben olmaktan geçtiğine inanır. Bunu bir yetkinleşmeyle bütünleştiren Nietzsche; ahlaki değerleri yadsımanın ancak kişisel bir olgunlaşmayla mümkün olabileceğini ileri sürer. Ona göre birey olmak demek yüksek insan tipine dâhil olmaktı. Bu bağlamda nihilizm aslında bireyciliğe dönüşü simgeliyordu. Nietzsche bu yüzden ben olmanın değerini ve önemini önemsiyordu. Hatta kısaca “…Ferdiyetçilik(bireycilik),güce yönelik istencin mütevazı ve bilinçsiz olan tarzıdır.(syf.382) Nietzsche, Güç İstenci’nde bu konuyla ilgili olarak özetle şunları söylüyordu; insan bu dünyada kötünün karşısında hep iyinin hayallerini kurmuştur. Ve bunu yaparken de kendini sürekli aforoz etmiştir. Kendini zehirleyerek hayali bir dünya yaratmıştır. Bu yüzdende kendisini sürekli olumsuzlamıştır.


Sonuç olarak; insan güzel bir dünya yaratabileceğine inanmıştır. İnsanlığın bu yanılsaması Nietzsche ye göre ölümcüldü ve kesinlikle insanlık bu dünyaya ve değerlerine evet diyerek kendisini mahvetmiş oluyordu. Çünkü insan içgüdülerinin hiçe sayıldığı bir dünya ancak rahiplerin ve din adamlarının olabilirdi; insanın değil. Ve kendi düşüşünü izleyen insan en ucube olan şeyi yaratmıştır; o da dindir. Nietzsche’ye göre en ucube din Hıristiyanlıktı. Ve bu dünya ona göre dizayn edilmişti. Yozlaşan insanın en büyük eseriydi din.


“Din “insan” kavramını alçalttı.”(syf. 89) Nietzsche din olgusunu böyle algılıyordu. Ve bu alçalmanın psikolojik ipuçlarını şöyle açıklıyordu; ”Din, kişinin birliğinden bir kuşkunun doğurduğu bir ucubedir, kişiliğin değişmesidir. Buna göre insandaki bütün büyük ve güçlü yan insanüstü ve tabancı olarak tasarlandı, böylece insan kendini küçülttü. O çok zavallı ve zayıf ve çok güçlü ve şaşırtıcı yanını iki alana ayırdı, ilki insan diye adlandırıldı, ikincisi “Tanrı” diye isimlendirildi.”(syf. 88) Nietzsche bu konuyla ilgili olarak Kutsal Yalan tabirini kullanıyordu. Nietzsche’ye göre,“Kutsal Yalanın sebebi kudrete yönelik iradedir.”(syf. 93) Bu olumsuzlanan ve sırt çevrilen irade ise insanın kendisini ifade eder.
Güç İstenci adlı eserinde dünyanın başına gelen en büyük kötülüğü Hıristiyanlık olarak gören Nietzsche, İsa’nın dinini tam bir ucube olarak nitelendiriyordu. Hıristiyanlığın küçük insanların işi olarak görüyordu. Çünkü ona göre yozlaşmanın şiddetle yaşandığı konulardan biri Din konusuydu. İnsanın Din kavramıyla evcilleştirildiğini düşünen Nietzsche bu ironik durumu doğayı doğasız kılma şeklinde tanımlıyordu. Çünkü doğal olan şeylerin doğal olmayanların boyunduruğuna girdiğini görebiliyordu. Bunu biraz da Darwin’e çatarak kendi ağzından şunları özetliyordu; “Beni en çok şaşırtan şey bugün Darwin’in kendi ekolü ile öngördüğü ya da görmesini istediği şeyin daima karşıtının gözlerimin önünde olmasıdır: Yani daha güçlünün lehine bir seleksiyon, yetenekli yaratılanların lehine bir seçme düşüncesi, insan nevinin ilerlediği görüşüdür. Düpedüz bunun aksi el ile tutulacak kadar belirgindir… Ben Darwin’in ekolünün her yerde yanıldığı gibi bir önyargıya eğilimliyim.” (syf. 338,339)Ve devam ediyor; “İnsan nevilerinin bir ilerleme oldukları dünya üzerinde en akılsızca bir iddiadır.”(syf. 340)

İnsan ve Nietzsche Felsefesi gerçekten de mükemmel bir ikilidir. Çünkü bu ikiliden biri yok etmeye meyilliyken diğeri sürekli olarak yeniden yaratmaya çalışır. Bu yüzden Nietzsche Felsefesi ve İnsan başlığı en fazla çelişkiyi ve ironiyi bünyesinde barındırır. Ama bu kaotik durum Nietzsche’nin umurunda değildir; çünkü sonuç insansa bunca acıya ve karmaşaya değerdi, verilen kurbanlara ve yok edilen değerlere rağmen eğer varılacak nihai amaç (güçlü ve üstün)insansa bu acıya ve karanlığa sonuna kadar katlanılmalıydı.


Nietzsche nasıl bir dünya hayal etti? Bunu yazdıklarından ve aforizmalarından tam anlamıyla bilmemiz imkânsız. Ama en azından şunu söyleyebiliriz ki; Nietzsche’nin kaygılarından ve onun şaheseri hatta başucu eseri olan Güç İstencinden yola çıkarak, insan kendisine yabancı bir halde bu hayatta rüyaya dalmıştır ve bu rüyayı haklılaştırmak ve yaşamak için elinden gelen tüm fedakârlığı ve gücü harcamış ve halen bu durumu devam ettirmekte kararlıdır. İşte bu kritik noktada Nietzsche insanın bu güçten düşürülüşünü gören nadir filozoflardandır. Bu sorunsalın çözümünü de kendi felsefesinde ve yegâne amacı insan fenomeninde müjdelemiştir. Onun felsefesi bu yüzden balyoz gibidir ve insanlığın yarattığı şeylerin üzerine çöken bir karabasan kadar korkutucudur, yok edicidir.


Seçkin olanın ve azınlığın felsefesini yapan, bu uğurda kendine has tavrını belirleyen Nietzsche, insanı yeniden saygı duyulması gereken bir ruh durumuna sokabilmek için yazmış ve düşünmüştür. Onun kitapları, seslendiği, özlem duyduğu insana gebedir ve bu insan çok güçlü, kendine hâkim bir ruhla, Nietzsche’yi asla hayal kırıklığına uğratmayacaktır.