24 Temmuz 2010 Cumartesi

ÜÇ BÜYÜK ADAM

MontaigNeden: Filozof Montaigne'den Felsefe Üzerine Yazı ve Denemeler

Filozof Montaigne ile felsefe ve düşünce üzerine şiirsel bir akıcılıkta edebi ve felsefi yazıları makaleler denemeler. Hayata dair yürekten öğütler tavsiyeler. Rönesans ve aydınlanma çağının önde gelen düşünce adamından sevgi aşk dostluk politika hayatın anlamı insan olmak ruh tanrı din toplum sosyal olaylar edebiyat tarih sanat gerçek yaşam iç dünya filozoflar felsefe akımları varoluş gizem gizemli aydınlatıcı düşündüren mistizm insan ilişkileri sosyoloji özlü güzel ders veren sözler yazılar.
Bildiğim bütün insanlar arasında bir seçme yapmam istense, ben üç insanı hepsinden üstün tutardım.
Bunlardan biri Homeros'tur. Homeros, Aristoteles'ten ya da Varro'dan daha mı bilgilidir, diyeceksiniz; hayır. Hatta şiir sanatında Vergilius'un ondan hiç de aşağı kalmadığı ileri sürülebilir. Bu konuda hüküm vermek, her ikisini de bilenlere düşer. Ben kendi hesabıma Yalnız birini, Vergilius'u, biliyorum. Açıkça söyleyeyim ki şiirde bu büyük Romalı'nın aşılabileceğini aklım almaz.Gerçi böyle söylerken Vergilius'un Homeros'tan esinlenip ders aldığını, onun ardından yürüdüğünü, koskoca Aeneis'ini İlyada'nın bir parçasından çıkardığını da unutmamalıyız; ama ben orasında değilim.
Bu adamı büyük ve neredeyse insanüstü bir varlık sayarken ben,birçok başka şeyleri hesaba katıyorum. Hatta bazen, dehasıyla bunca tanrılar yaratmış, insanlara da kabul ettirmiş bir adamın tanrılar arasında yer almamış olmasına şaştığım bile oluyor. Körlüğüne,yoksulluğun ve bilimlerin gelişmesinden önce yaşamış olmasına karşın öyle gerçeklere ulaşmış ki ondan sonra yeni bir düzen kurmak, bir savaşı yönetmek, dinden, felsefeden veya sanatlardan söz açmak isteyenler, hangi mezhepten olurlarsa olsunlar, hep ondan ders almışlar; her şeyi bilen bu yaman hocanın kitaplarını bütün bilgilerin kaynağı saymışlardır.

Qui quid pulchrum, quid turpe, quid utile, quid non.
Plenius ac melius Chrysippo ac Crantore dicit. (Horatius)

Güzel ne, kötü ne, yararlı ne, zararlı ne,
Bunları o daha iyi söyledi Chrysippos'tan, Crantor'dan.

A quo, ceu forıte perenni,
Vatum Pyreüs labra rigantur aquis. (Ovidius)

Ondan, o tükenmez kaynaktan gelir,
Permessos'un kutsal suları şairlere.

Adde Heliconiadum comites, quorum unus Homerus. Astra potitus.(Lucretius)

Kalın Musa'ların yoldaşlarına
Onlardandır yıldızlara yükselen Homeros da

Cujusque ex oro profuso
Omnis posteritas latites in carmina duxit
Amnemque in tenues ausa est deducere rivos, Unius faecunda bonis.(Manilius)

Bu cömert kaynağı sonrakiler Akıttılar bütün kendi şiirlerine;,
Bir ırmak bir sürü dereciğe bölündü, Bir insanın mirasıyla beslenerek.
Bu büyük adam, insan eserlerinin en değerlisini, doğa düzenine aykırı giderek yaratmış; çünkü doğuşta her şey kusurlu olduğu halde Homeros'ta şiir ve daha birçok bilgiler çocukluk çağına olgun,kusursuz ve pürüzsüz olarak girmişler. Bu bakımdan onu ilk ve son şair de sayabiliriz. Eskilerin de çok güzel gördükleri gibi Homeros kendinden önce gelenlerden hiç kimseyi taklit etmediği için kendinden sonrakilerden hiçbiri de onu taklit edememiştir. Aristoteles'e göre hayat ve hareket yalnız onun sözlerinde vardır. Yalnız onun sözleri özlü sözlerdir. Büyük İskender, Darius'tan aldığı ganimetler arasında değerli bir çekmece bulmuş ve demiş ki: Bunun içine benim Homeros'umu koyun; savaşlarda bana en doğru yolları gösteren odur.Anaksandridas'ın oğlu Kleomenes de Homeros'u, askerlik sanatını çok iyi bildiği için, Lakedemonyalılar'ın şairi sayıyordu.Plutarkhos'un Homeros'ta beğendiği taraf onun insanı hiçbir zaman doyurup usandırmaması, okuyucuya durmadan değişen bir yüz göstermesi, her sayfada yeni bir güzelliğe bürünmesidir. Bu değeri Homeros'tan başkasında bulamazsınız. Delişmen Alkibiades bir gün edebiyatla uğraşan birisinden İlyada'yı istemiş; adam yok deyince Alkibiades tokadı yapıştırmış. Siz de bugün, dua kitabı olmayan bir papaza ne dersiniz?Ksenophanes bir gün Syrakusa Kralı Hieron'a yoksulluğundan yakınırken iki kul tutmaya gücü olmadığını söylemiş. Hieron da demiş ki: «İyi ama, senden çok daha yoksul olan Homeros'un ölmüşken bile,on binden fazla kulu var.

Panaetius'un Platon'a «Filozorların Homeros'u» demesi de pek anlamlıdır. Bütün bunlardan başka onun kadar ün kazanmış kim var dünyada? Onun adı ve eserleri kadar dillere destan olmuş ne var?Troya, Helena ve savaşları belki de olmuş şeyler değildir; ama onları bildiğimiz kadar neyi biliriz? Çocuklarımıza hala Homeros'un üç bin yıl önce uydurmuş olduğu adları veriyoruz. Hektor'u, Akhilieus'u kim tanımaz? Yalnız birkaç soy değil, ulusların birçoğu kaynaklarını bu masallarda arıyor. Türklerin Padişahı İkinci Mehmet, Papa İkinci Pius'a şunları yazmış:«İtalyanların bana düşman olmalarına şaşıyorum; biz de İtalyanlar gibi Troyalılar'ın soyundanız. Yunanlılardan Hektor'un öcünü almak benim kadar onlara da düşer; onlarsa bana karşı Yunanlılar'ı tutuyorlar.»

Öyle büyük bir komedya ki bu İlyada, yüzyıllardan beri krallar,devletler, imparatorlar sanki ondan aldıkları rolleri oynuyorlar, bütün dünya bu komedyanın sahnesi oluyor, yedi büyük Yunan şehri (İzmir, Rodos, Kolophon, Salamis, Khios, Atina, Argos.) arasında Homeros'un doğduğu yer konusu yüzünden kavga çıktı; aslının bilinmemesi bile onun için bir onur oldu.

Öteki büyük adam İskender'dir. Seferlerine kaç yaşında başladığnı,ne kadar az bir kuvvetle ne büyük işler başardığını, ardından gelen görgülü ve ünlü dünya komutanları arasında daha çocukken kazandığı üstünlüğü, her tehlikeyi göze alarak, (nerdeyse haddini bilmeyerek diyecektim),

Impellens quicquid sibi summa petenti
Obstaret, gaudensque viam fecisse ruina. (Lucianus)

Önüne çıkan tepelerde ne varsa yıkarak Geçtiği her yerin altını üstüne getirerek.
başardığı seferlerde talihten gördüğü inanılmaz kolaylığı düşününün.
Otuz üç yaşında bu adam dünyada insan yaşayan bütün toprakları zaferle dolaşmış, yarım bir ömür içinde bir insanın gösterebileceği bütün kudreti göstermiş; o kadar ki İskender'in yaşını gördüğü işlere göre hesaplarsanız hiçbir insanın ulaşamayacağı bir yaş bulursunuz.İskender'in askerlerinden sayısız kral soyları türemiş; ölümünden sonra dünya onun dört komutanı arasında paylaşılmış; uzun zaman da onların torunları elinde kalmış. İskender'in ahlak değerleri saymakla bitmez; doğruluk, nefsine egemenlik, cömertlik, sözünde erlik, yakınlarına sevgi, düşmanlarına insanlık. Gerçekten onun ahlakına hiç diyecek yoktur; gerçi pek nadir olarak haksızlıklar da etmiştir; ama bu kadar büyük işler başarıp da haksızlık etmemek mümkün değildir. Bu gibi insanları, hareketlerine egemen olan düşünceyle toptan yargılamak gerekir. Thebai'nin yıkılması, Memandros'un ve Ephestion hakiminin, yüzlerce İranlı esirin, bir sürü Hindli askerin, çocuklarına varıncaya kadar bütün Kos halkının öldürülmesi kolay hoş görülecek işler değildir ama Kleitos'u öldürmekle işlediği suçu fazlasıyla ödemesi ve daha başka davranışları gösteriyor ki yüreği temizdi; iyilik için yaratılmış bir insandı. Onun hakkında pek yerinde olarak derler ki: İyilikleri doğasının, kötülükleri talihinin eseridir. Biraz kendini beğenmiş olmasına, kötülenmeye hiç dayanamamasına, Hindliler'i asıp kesmekte pek ileri gitmesine gelince, bütün bunlar bence yaşına ve hayatının başdöndürücü hızına verilebilir.Ya askerlik değerleri, atılganlığı, tedbirliliği, sabrı, disiplini, ustalığı, mertliği, talihi (ki Annibal'i görmemiş olsaydık İskender'i bu bakımdan aşacak adam olmazdı); bir erkek olarak tanrısal yaratılışı ve güzelliği; o genç, o dinç, o alev gibi yüz, o dimdik baş, o aslanca duruş...


Qualis, ubi Oceani perfusus lucifer unda
Quem Venus ante alios astrorum diligit ignes
Extulit os sacrum coelo, tenebrasque resolvit. (Vergilius)

Tıpkı, Venus'un sevdiği sabah yıldızının
Deniz sularında yıkanmış temiz yüzünü gösterince
Karanlıkları dağıtması gibi.
bilgide ve düşüncedeki üstünlüğü; temiz, lekesiz ve eşsiz ününün büyüklüğü ve sürekliliği. Ölümünden sonra onun madalyalarını taşımayı herkes uğur sayıyordu.Krallardan sözetmemiştir. Hala bugün Müslümanlar, bütün tarihleri küçük gördükleri halde onun tarihine büyük bir değer verirler. Bütün bu değerleri biraraya getirerek düşünecek olursanız İskender'i Caesar'dan üstün tutuşuma hak verirsiniz. Caesar onunla boy ölçüşebilecek tek adamdır. Hatta talihin İskender'e yardım ettiği kadar Caesar'a yardım etmediğini yadsıyamayız.İkisinin birçok tarafları birbirine eşittir ama Caesar'ın İskender'den
üstün bir tarafı yoktur.Bu iki adam dünyanın dört bucağını kasıp kavuran iki yangın, iki seldi. Caesar'ın tutkusunda daha az taşkınlık olsa bile, sonunda hem kendisi, hem ülkesi, hem de dünya öyle felaketlere sürüklendi ki, her ikisinin değerlerini teraziye koyunca, İskender ister istemez daha ağır basıyor.Üçüncü ve bence en değerlisi Epaminondas'dır. Ünü ötekilerden çok daha azdır; ama ün, değerin öz unsurlarından değildir. Epaminondas'ta dayatış ve yürek istediğiniz kadar: Hem de tutkunun doğurduğu cinsten değil, bilginin ve aklın olgun bir ruha aşıladığı cinsten. Bundan yana, İskender'den, Caesar'dan aşağı kalmaz; çünkü kazandığı zaferler ne öyle çok, ne de öyle parlak olmamakla birlikte ne koşullar altında kazanıldıkları düşünülecek olursa, hem çetinlik ve büyüklük, hem de yiğitlik ve askerlik bakımından onların zaferleri kadar değerlidir. Yunanlılar onu, hiç duraksamadan en büyük adamları saymışlardır. Yunanistan'ın en büyük adamı olunca da dünyanın en büyük adamı sayılmak zor değildir. Bilgisine ve olgunluğuna gelince, Yunanlılar'dan kalan bir söze göre onun kadar çok bilen ve onun kadar az konuşan adam yokmuş. Epaminondas Pithagoras okulundandı. Az şey söylemiş, fakat söylediğini herkesten daha iyi söylemiş. Hatiplikte eşsiz ve çok inandırıcı imiş.Ahlakına, vicdanına gelince, iş başına gelmiş insanların hiçbiri bundan yana onunla boy ölçüşemez. Bu tarafıyla, ki insan da asıl bu tarafıyla insandır, hiçbir filozoftan, hatta Socrates'den bile aşağı kalmaz. Epaminondas'ta ruh temizliği temelli, sürekli, değişmez, bozulmaz bir haldir. İskender'in bu tarafı onun yanında sönük, kaypak, katışık, yumuşak, gelişigüzel kalır.Eskiler büyük komutanları, türlü halleriyle inceledikten sonra her birinde, ünün asıl nedeni olan bir özel değer bulurlardı. Yalnız Epaminondas'da erdem ve bilgi sürekli ve aynı derecede yüksekti; yalnız o, insan hayatının her yönünde, devlet işlerinde, kendi işlerinde, savaşta ve barışta, onurlu yaşayıp kahramanca ölmekte aynı büyüklüğü gösterebilmiştir. Ben hiçbir insanın hayatına, her bakımından, onunkine duyduğum kadar saygı ve sevgi duymamışımdır.Şu kadar ki, birlikte inat etmesinde ben, yakın dostları gibi büyük bir ahlak üstünlüğü görmüyorum. Yalnız bu hareketini, ne kadar yiğitçe ve saygıdeğer de olsa biraz çiğ buluyorum ve bu tarafına özenmeyi aklımdan geçirmiyorum. Ondan ayırt edemediğim tek insan Scipio Aemilianus'tur. Onun ölümü de o kadar kahramanca ve onurlu, bilimlerdeki anlatışı o kadar geniş ve derindir.Hayatında onu en çok sevindiren şeyin, Leuktra'da kazandığı zaferle anasına babasına verdiği sevinç olduğunu söylemiştir. Onların sevincini, böyle onurlu bir işten kendisinin duyduğu haklı ve derin sevince üstün tutması ne kadar anlamlıdır.Yurdunu kurtarmak için bile bir adamı sorgusuz, sualsiz öldürmeyi doğru bulmazdı: İşte bunun için arkadaşı Pelopidas'ın Thebai'yi kurtarmak için giriştiği işi pek soğuk karşılamıştır. Bir savaşta bile, karşı tarafta bulunan bir dosta rastlamaktan kaçınır, onu ölümden korumak isterdi.Epaminondas, Korinthos yakınlarında More'nin kapılarını tutmak isteyen Lakedemonyalılar'ı mucizeyi andıran bir vuruşla yardıktan sonra, kimseyi kovalayıp öldürmeden yürüyüp gitmişti yoluna. Düşmanlarına karşı bile bu kadar insanca davranan bu adamdan kuşkulanan Boietialılar, elinden başkomutanlığı aldılar. Böyle bir nedenle atılmak onun için ne büyük onur! Az sonra da hiç utanmadan ona tekrar yerini vermek zorunda kaldılar; anladılar ki şan ve onurları,kurtuluşları ona bağlıydı. Zafer her gittiği yerde gölgesi gibi ardındangeliyordu. Ülkesinin onunla parlayan yıldızı onun ölümüyle söndü.(Kitap 2, bölüm 36)
Yaşamımızı ölüm kaygısıyla, ölümümüzü de yaşama kaygısıyla bulandırıyoruz. (Kitap 3, bölüm 12)

AŞK FELSEFESİ

İşte böyle başlar, Kıbrıs’lı Pygmalion’un hikayesi… Siz hiç gerçekten sevdiniz mi?! Ah, unutmuşum, siz de o anlaşılması zor olan insanlardansınız.
Diyeceğim şu ki sevgi, salt, katıksız, duru, dürüst, gerçek sevgi. Tıpkı Kral Pygmalion’un Galatea’ya duyduğu aşk gibi. Niçin insan, fiziksel olarak bir şeyler paylaşmadan aşık olamasın? Bu kadar mı maneviyata inancınız yok? Bu sapkın batı inancına bu kadar mı yıkandı beyniniz?
Aşkın anlaşılamayacak bir tarafı yoktur. Aşk, her türlü olabilir. Bir insanı ne etkilerse, kendisine ne uygunsa ona aşık olur. Bazen 1 yılda, bazen 1 dakikada. Bazen ilk görüşte birisinin gözlerine aşık olur, bazen hiç görmediği birisinin iç dünyasına, duygularına, saflığına.
Montaigne ; ‘’Aşk için kitapları bir yana bırakıp açık yüreklilikle konuşursak, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir, diyebiliriz gibi geliyor bana.’’ Demiştir.
Sokrates’e göre aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur.
Mesela Sait Faik’i ele alalım. Şöyle başlıyor cümlelerine, dünyanın en iyi tasvircisi;
‘’Ne yalan söyleyeyim, benim aşkım tuhaftır. Halbuki, böyle olmamalıdır, insan yıldırımla vurulmuş gibi âşık olmalı, sonra muvaffak olmak için bir şeyler icat etmelidir. Bu nevi aşkı pek severim ama, bir türlü de olamam. Muhakkak, evvela, seveceğimden biraz yüz görmeliyim. Sonrası kolaydır. İkinci yüz verişte yakalandığımı hisseder, kaçınmaya çalışırım. Üçüncüde her şey bitmiştir. Artık deli gibi aşığımdır.’’
Gördünüz işte, Sait Faik, yüz verilmesine ihtiyacı olduğunu söylüyor. Peki ya zavallı Pygmalion ne yapsın? Hiç fildişinden yapılma bir heykelden, yüz görebilir mi insan? ‘’Galetea, ah Galetea, ne kadar güzelsin’’ diye iç geçirmelerle, ellerini kadının yüzünde dolaştıran bir erkek hayal edin ki, adamın elleri fildişi malzemenin soğukluğunu bile hissetmesin, gözleri o bembeyaz rengi, ten rengi sansın…
Pygmalion, o kadar güzel bir heykelden kadın çıkarmıştır ki ortaya, kendini ona aşık olmaktan alıkoyamaz. Evet, siz sevdiğiniz insanın size ilgi göstermesini bekleyen âhlaksızlar, Pygmalion’a bakın ve ibret alın. Hanginizin sevgisi, bir taşı sevebilecek kadar büyük? Esas büyük sevgi, ellerini tuttuğunuz, yüzü okşadığınız, dudaklarını öptüğünüz, saçlarına dokunabildiğiniz, gözlerinin parlaklığını görebildiğiniz bir sevgiliye duyulan sevgi midir? Uğrunda ölebilirim dediğiniz sevgilerin, kaçı payidar kaldı hayatınızda? Onsuz olamam dediğiniz kaç sevgiliden ayrıldınız, içten pazarlıklılar?!
Pygmalion öyle sevmedi. O sadece, taş ta olsa, konuşamasa da, kendisine karşılık veremese de, Galetea’yı sevdi, sevdi ve sevdi… Her gün onun taş dudaklarını öptü, saatlerce karşısında bekledi. Umut etti mi, etmedi mi bilemem ama, tanrılara yakardığını biliyorum.
‘’Ey büyük tanrılar, madem insanlara her şeyi bahşediyorsunuz, madem ki hibenizin sonu yok, o halde Galetea’yı verin bana…’’
Galetea bir heykeldi. Ve Pygmalion onu, hiçbir şey beklemeden sevdi. Sadece o, Galetea olduğu için… Galetea onu öpemezdi, dokunamazdı, güzel sözler söyleyemez, onu tatmin edemezdi. Kısacası Pygmalion’un sevgisine karşılık veremezdi ama, Pygmalion onu sevdi. Hiçbir şeyi umursamadı, sadece sevgisine sahip çıktı.
Akabinde Afrodit, Pygmalion’a acımış olacak ki, bir sürpriz yaptı ona. Pygmalion, gene bir gün eve geldiğinde, Galetea’ya dokundu, yüzünü okşadı, Galetea’nın ona karşılık vermeyeceğini bile bile. Ve… Evet oldu. Galetea karşılık verdi. Kadın da onu öpüyordu. Pygmalion’un sevgisi, onu taştan, kanlı canlı bir insana çevirmişti… Ee, Pygmalion da bunu hak etmişti doğrusu.
Bu günlerde, bu kadar büyük aşklara, aşk diye nitelendirilemeyecek aşklara, hiç de hak etmeyen insanların, her şeyden bir katkı, bir karşılık bekleyen insanların sahip olduğunu görüyorum da… Hem Pygmalion’a acıyorum, hem kendime…Benim de aşkım Pygmalion ile Sait Faik’in arasında bir yerdedir herhalde.
Ve siz, olanla yetinmeyen, varoluşun, doğallığın, içten gelenin, samimiyetin, gerçekliğin mucizesini görmeyen romantikler… İçten pazarlıklı, karşılık bekleyen, ilgi görmezse solan ahlaksızlar… Siz sakın aşık oldum demeyin, Pygmalion’dan haberdar olduktan sonra.
Bakın Pygmalion kimmiş; ‘‘pygmalion, kendisi için kusursuz kadının heykelini yapan eski bir Yunan Kralı. Tanrıça Afrodit bu heykele can vermiştir. Bu efsane, eşlerinin görünüşünü ya da kişiliğini değiştirmek isteyenlere karşılık ortaya çıkmıştır.’’
Şimdi gidin ve Nietzsche’nin size önerdiği gibi yazgınızı kabullenin ki, gerçekten insanüstüne ulaşabilesiniz ve sevginiz gerçekten, maymunların sevgisinden farklı olsun... Ki gerçekten büyük sevginizle gurur duyabilin, gerçekten sevginiz mucizevi olabilsin..

20 Temmuz 2010 Salı

Filozoflardan derleme...

“İnsanların dünyasının değersizleşmesi, nesnelerin dünyasının değer kazanması ile orantılı olarak artar.”
...Karl Marks

"Kapital iktidarda kaldıkça, değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır."
V. İ. Lenin

“Bu açgözlülük ve para hırsı ortamında, bir tek insanca duygu ya da görüşün lekelenmeden kalması olanaksızdır.”
Karl Marks

“Makul kişiler kendilerini dünyaya uyarlarlar; makul olmayanlar ise dünyayı kendilerine uyarlamakta ısrar ederler. Bu nedenle tüm ilerlemeler, makul olmayanlar sayesinde gerçekleşir.”
G. Bernard Shaw

“Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır.”
Schopenhauer
“Derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak bir sağlık ölçütü değildir.”
Krishnamurti

“Hiçbir şey yozlaşan insandan daha çirkin değildir.”
F. Nietzsche

“Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.”
Dostoyevski

"Zekanın sınırı vardır, aptallığın sınırı yoktur."
Albert Einstein

"Akıl yeryüzünden kalksa bile, hiç kimse akılsız olduğuna inanmaz."
Sadi

“İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler.”
Montaigne

“Sadelik, iyilik ve doğruluk olmayan yerde büyüklük yoktur.”
Tolstoy


"Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz eleştirin, basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin."
T. Nelson

“Güçsüzle güçlü arasındaki çelişkiye kayıtsız kalmak tarafsızlık değil, güçlünün yanında olmaktır.”
Paulo Freiere

“Köpeğe atılan bir kemik yardımseverlik değildir. Yardımseverlik, en az köpek kadar aç olduğunda etini onunla paylaşmaktır.”
Jack London

“Dünya kötülük yapanlar nedeniyle değil, seyredip de hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yer.”
Albert EİNSTEİN


“Ezenlerin elindeki en güçlü silah, ezilenlerin aklıdır.”
Steven BIKO

Ünlü düşünürlerden aşk tarifleri!

Aristo Tales:

"Sevmek aci çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yalniz sevilmenin hiçbir zevki yoktur"

François Bacon:
"Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanlarin kendilerini budalaca aska kaptirdiklari görülmez. Büyük ruhlar ve büyük isler askla uzlasmaz"

Augustinus:
"Sevgi ruhun güzelligidir."

Franz Xaver Von Baader:
"Özgürlük ask degildir, yalniz askin kapisidir."


Bailey:
"Ask dünyanin en tatli mutlulugu ile en derin acisindan yaratilmistir"


Basta:
"Erkek az fakat sık sever, kadin ise çok ancak bir kez sever"


Jeremy Bentham:
"Ask hazzi, dostlukla duyu hazlarindan yogrulmustur"


Balzac:
"Ask yasaminda kadin, ancak hünerli bir çalgicinin elinde dile gelen bir lir gibidir. Kadinlar bizleri sevdikleri zaman her suçumuzu bagislarlar"


Jacob Boehme:
"Istek, hareket/genisleme, yön veren tezlere bilgelik eklendiginde ask olur"

Eugene Delacroix:
"Aski anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden baska bir dil ister"


Descartes:
"Bir sey kendimiz için iyi, yani uygun gibi sunulmussa ona karsi ask duyariz."

Bulor:
"Ask cennetin dilinden bize kalan tek andir"


Antoine Bret:
"Askin ilk solugu mantigin son solugudur"


Epiktet:
"Hareket etmenin nedeni 'istek' ve 'sevmektir', bu ise düsünmektir. Ask tutkudur. Iyi ya da kötünün ne oldugunu fark edemeyen insan nasil sevebilir"


Duclos:
"Ask bikilmayandir. Her seyden bikilabilir ama asktan ... hayir"


Epikür:
"Bilge olan evlenmez. Evlense bile askin vehimlerine kapilmaz... Bir uygarligin yetkinligi ve insanligi ancak kardeslik ve sevgiyle olasidir."


Douglas Ferrola:
"Ask kizamiga benzer, insan ne kadar geç yakalanirsa o kadar agir geçer"


Faulkner:
"Aski kitaplara soktuklari iyi oldu, yoksa belki de baska yerde yasayamayacakti."


Fenelon:
"Sevmeden yasamak yasamak degildir. Az sevmek ise sürüklenmektir."


Costance Foster:
"Sevgi bizi zamanin yikimindan koruyan yikilmaz bir kaledir"

Freud:
"Yasam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanin da temeli asktir"

Geraldy:
"Erkegin yaradilisinda sevmek yoktu. Ona aski ögreten kadindir"


Geothe:
"Sevilenin kusurlarini hos görmeyen sevmiyor demektir"


Victor Hugo:
"Ask bir deniz, kadin onun kiyisidir."


Holty:
"Ask kulübeyi altindan bir saraya benzetir."


Albert Hubbart:
"Ask yasamdir deriz, ancak umutsuz inançsiz ask ölümden beterdir."


Konfüçyus:
"Dinsel erdem, insanligi sevmekle olanaklidir. Bu sevgi hissi, aileden toplumdan hükümete dek karsilikli olarak uzamalidir"


Moliere:
"Kadinlarin büyük tutkusu aski ilham etmektir. Insani askin güzellikleri yasatir."


Montaigne:
"Ask utanma ve çekinmenin oldugu yerde vardir."


Newton:
"Ask köprü kurmaktir. Insanlar köprü kuracaklarina duvar ördükleri için yalniz kalirlar."


Robert Owen:
"Insana karsi sonsuz bir sevgi ve sefkat duyabilmek için dinsel inançlardan kurtulmak gerekir."


Oscar Wilde:
"Erkekler kadinlarin ilk aski, kadinlar da erkeklerin son aski olmak ister."


Voltaire:
"Ask bir tablodur, onu doga çizmis ve hayal süslemistir. Tanri kadinlari erkekleri evcillestirmek için yaratti."


Mark Twain:
"Hiç kimse uzun süre evli kalmadikça gerçek askin ne oldugunu anlayamaz."


Cenap Sehabettin:
"Kadin olsun, kitap olsun cildine aldanmayip içindekilere bakilmalidir."


Stendal:
"Ask, cosku ve tutku olduktan sonra insan hiç sarsilmaz, bunlar olmayinca yasam neye yarar"


Seneca:
"Yalniz akilli bir insan sevmesini bilir. Sevip de yitirmek, sevmemis olmaktan daha iyidir.">


Schiller:
"Ey ask, güzel ve kisasin... Ask insani birlige, bencillik yalnizliga götürür."


Madame De Scudery:
"Insan sevmeye basladi mi, yasamaya da baslar."


Shakespeare:
"Degisiklikle karsilasinca degisen ask, ask degildir... Ask gözle degil ruhla görülür."


J. J. Rousseau:
"Ask mutlulugunu evlendirdikten sonra da sürdürebilseydik, dünya cennet olurdu. Duygulu gönüller sevginin her türlüsü için duygulu degil mi?"


Dante:
"Genis varlik denizinin her yaninda genis bir ask akisi vardir. Fiziksel devinim, bitkisel yasam, zihinsel yasam... hep evrensel askin derece derece yükselen asamalarini olusturur. Asagi derecelerinde yanilmayan ask, akilla aydinlandigi zaman iyilik ve kötülüge egilim kazanir. Ask kusursuz olmayan iyiliklerin üzerinde de vardir. Hatta irade, hile ve siddet kullanmak yoluyla bir baskasinin kötülügüne çalismis olsa bile yine aska uyar. Kötülükler asktan uzaklasma oraninda bir takim derecelere sahiptir ve kötülük aska yaklasmak için sarf ettigi üç oraninda erdeme yaklasmis olur... Cehennem bile adalet kadar askin eseridir."


Feuerbach:
"Varlik sezginin, duyunun ve askin bir sirridir. Bu kisi, bu sey yani bireysel, yalniz duyumda, yalniz askta, mutlak bir degere sahiptir. Sonlu ve sonsuz orada bulunur. Askin sonsuz derinligi ve askin gerçegi, bununla yalniz bununla kaimdir" "... En derin ve en yüce gerçekler duyumlarda saklidir. Böylece genel olarak basimiz disinda bulunan bir nesne varolusun gerçek ve ontolojik belgesi asktir, varolusun asktan ve duyumdan baska belgesi yoktur."


François M. C. Fourier:
1) Geçici ya da keyif verici asklar ki, bu oyuncular, kahpeler, arsizlik asklari gibi sekillere ayrilir.
2) Az çok bir süresi fakat kisir asklar ki, bunlar gözde asklardir.
3) Yalniz bir çocuk dogurtan geçici asklar ki, bunlar dölleyen asklardir.
4) Karilar ve kocalar askidir ki, bu iki tarafin istegi ile yillarca sürer ve bir çok çocuk dogurturur. Fakat bunlar birbirleriyle yasayip yasamamakta serbesttir." "Her erkek bütün kadinlara ve bir kadin bütün erkeklere sahiptir."


Efes'li Heraklitos:
"Duyu organlari akilsiz ruhlara hizmet ettikleri zaman kötü taniklardir. Esek samani altina tercih eder; köpek tanimadiklarina havlar. Domuz için çamur saf sudan daha degerlidir. Deniz suyu ister temiz ister kirli olsun, baliklar için kurtarici insanlar için ugursuzdur."


Paul Henri D. Holbach:
"Insanlara kendi akillarina saygi duymalari ve cesur olmalari telkin edilmeli ve kendileri için arkasindan kosmasi gereken hayallere gereksinimleri varsa, dogruluk, iyilik ve baris sevgisini benimsemeleri ögretilmelidir"

François La Rocheffoucauld:
"Tüm duygularimiz ve tutkularimiz rastlanti ve çikarin eseridir ve bizim erdem, ask, karsilik beklemezlik dedigimiz seyler de hosgörülerden baska bir sey degildir. Adalet aski nedir? Adaletsizlik istirabindan korkmaktir. Ask sahip olduklarimizin bizden alinmasi korkusudur. Ask duyularin bir hummasidir."


Mevlana:
"Bir aski baska ask söndürebilir. Askta ne yükseklik, ne alçaklik, ne de akillilik ve akilsizlik vardir. Hafizlik, seyhlik, müritlik yoktur. Sadece kepazelik, asagilik ve rintlik vardir. Insanin topragini ask sebnemi ile yogurduklari için alemde yüzlerce fitne ve kargasalik peyda olur. Askin yüzlerce nesteri, ruhun damarlarina sokuldu ve oradan gönül adi verilen bir damla aldi... Ask öyle engin bir denizdir ki, ne kenari vardir, ne de ucu bucagi."

Mu-Ti:
"Kim baskasini severse kendisi de sevilecektir. Baskalarini kazandirmis olan kendisi de kazanmis olacaktir. Tüm insanlar kendileri arasinda karsilikli bir sevgi hissederlerse, güçlüler zayiflari avlayamazlar, usta olanlar da beceriksizlerle alay edemezler. Sevgide tarafsizlik, kisisel sevgide yanilmayi önler; tarafsiz sevgi kisisel sevginin de güvencesidir."

Pascal:
"Ask iradenin eregidir. Her çesit dissal emir ve baskilardan çok usa uymak gerekir. Iradenin eregi olan bu asktan baslayip tutkuda sona eren bir yasam mutludur. Bunlardan birini seçmem gerekse 'ask'i yeg tutarim. Biz ask karakteri ile dogariz. Ask ruhumuz yetkinlestikçe gelisir ve bizi güzel görünen seye sürükler. Bundan sonra artik bizim bu alemde sevmekten baska bir sey için var oldugumuzdan kim kuskulanir? ... Askin konusu güzelliktir ve insan evrenin en güzel nesnesi oldugu için disarida aradigi bu güzelligin örnegini kendi içinde bulmasi gerekir. Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve olabildigi kadar kendisine yaklasani sever. Sevmeye baslayinca eskisinden bambaska bir insan oldugumuzu anlariz.

16 Temmuz 2010 Cuma

MİTOLOJİ NEDİR ?

Mitos söylenen ya da duyulan sözdür; masal, öykü, efsane anlamına gelir. Loji ise, ilk anlamı söz olmakla birlikte bilim anlamına gelir. O halde mitoloji efsane bilimi anlamına gelmektedir. Mitos, çok tanrılı bir dinin tanrıları üzerine anlatılan öyküler anlamına geldiği halde hiç bir zaman ilk çağda bir din kitabı haline gelmemiştir. Çünkü bu efsaneler, tek tanrılı dinlerde olduğu gibi inanç düzeyine yükselmemiştir. Sözlü ya da yazılı edebiyat ve sanat kollarının hepsinde durmadan konu edinilip işlenen ve işlendikçe değişen mitoslar ne kadar ozan, yazar, sanatçı varsa o kadar biçim almış ve bu nedenle hiç bir zaman belli bir dinin tek kitabı halinde toplanmamıştır. İlkçağ mitosu laiktir; din adamının değil, sanatçının uğraşıdır.

Tarihçi Herodotos’un verdiği bilgiye göre, tanrı soylarını bir bir anlatan, tanrılara isimlerini veren, niteliklerini tanımlayan ve öykülerini anlatan Homeros ile Hesiodos’dur. Mitosun edebiyat düzeyine yükselmesi bu iki büyük ozanla başlar, ama onlarla bitmez. Onların anlattıklarına ekler, katkılar yapılır; yüzyıllar geçip, edebiyat türleri çoğaldıkça, mitoslar da yeni anlatım ve yorumlarla zenginleşirler. Klasik çağda şiir ve tragedya konu zenginliğini mitosa borçludurlar.
Mitoloji deyince, başta Yunan-Roma mitolojisi diye bir kavram akla gelir. Oysa bir öykünün Yunanca ya da Latince yazılmış olması, o öyküyü ne Yunan’a, nede Roma’ya mal eder. Söz konusu Akdeniz mitolojisidir ve anavatanı Anadolu’dur.
Yunan ve Roma mitolojisi insan soyunun bin yıllar önce neler düşünmüş, neler duymuş olduğunu gösterir. Böylece, doğayla ilişkilerini son derece azaltan uygar insandan çıkarak, doğayla iç içe yaşayan insana varılabilir. Dünya gençtir, insanlar doğanın ortasında toprağa bağlıdırlar; günlerini ağaçların, denizlerin, tepelerin, çiçeklerin arasında geçirirler. Gerçekle gerçek dışı daha pek ayrılmamıştır.


Bugün elimizde bulunan öykülerin ilk ne zaman anlatıldıkları bilinmemektedir. Bu öyküler dilden dile dolaşmaya başladığında, Yunanlılar ilkel çağı çoktan geride bırakmışlardır. Yunanlılarla birlikte insanoğlu evrenin en önemli varlığı olmuştur. Daha önce insanoğluna pek aldıran yoktu. Yunanlının yarattığı tanrılar insan biçimindedir. Mısırlı, düş gücünün neler yaratabileceğini göstermek istercesine, tanrısını kedi başlı bir kadın olarak düşünmüştür. Taşlardan dev gibi yaratıklar ortaya çıkarmıştır. Mezopotamya tanrılarının da insanla ilgisi yoktu. Kuş başlı adamlar, boğa başlı aslanlar şeklindeydiler. Başka bir deyimle, yaratıcının yalnız kendi kafasında bulunan gerçek dışı varlıklardır. Eski Yunan’dan önce insanlar bu tanrılara taparlardı. Aradaki büyük değişikliği anlamak için, bir Zeus’un, bir Apollon’un heykelini göz önüne getirmek yeterlidir. İnsan biçimindeki ölümsüzler, aslında dünyaya akılcı bir düzen getiriyorlardı.

Yunanlılar Olympos dağındaki ölümsüzlerin neler yiyip içtiklerini, nasıl eğlendiklerini bilirlerdi. Aslında onlardan korkarlardı, ama Hera’nın kocası Zeus’u başkasıyla suçüstü yakalama öyküsüne de çok gülerlerdi. Tanrılarla insanlar arasında bir içtenlik sürüp giderdi. Yunan mitolojisinin yarattığı mucize; insancıl bir dünya ve her şeyi bilen, her şeyin üstündeki o bilinmeyen varlığın saldığı korkunun yok oluşudur.
Mitolojide büyünün yeri yoktur. Yunanlılardan hem önce, hem de sonra büyük önem taşımış olan yaşlı, çirkin büyücülere rastlanmaz. Babillerden beri süre gelen astroloji yerini astronomiye bırakmıştır; yıldızlar insanları etkilemez. Mitolojide, tanrılarla yakınlık kuran rahiplerden korkulmaz. Zeus’un yıldırımlarını fırlattığı olur, ama böylesi olaylar azdır. İlk Yunan mitologları, korku dünyasını, başarıyla bir güzellik dünyasına çevirmişlerdir.
Yunan mitolojisi daha çok tanrılarla, tanrıçalarla ilgili öykülerden oluşmuştur ama Yunanlıların kutsal kitabı olarak okunmamalıdır. Çağdaş mitoloji anlayışına göre, gerçek bir mitosun dinle hiç ilgisi olamaz, asıl ilgisi doğayla kurulmuştur. Bu masallar insanların, hayvanların, ağaçların, çiçeklerin, güneşin, ayın, yıldızların, fırtınaların, depremlerin nasıl olduğunu anlatır.
Yunan mitosları, uygarlığın beşiği olan Akdeniz kıyılarında ve Ege bölgesinde yaşayan insan topluluklarının sanatı, ahlak, din ve aile kurumları ve siyasal yaşamı üzerinde derin etkiler yapmıştır. Gerçekten bu mitoslarda eski Yunan inancı, düşüncesi, Yunan yaşama biçimi vardır. Başka ulusların mitolojilerinden alınan, ama çoğu Yunanlılar tarafından uydurulan ve dinlerin temelini oluşturan bu mitoslar artık sanat ve edebiyata aktarılmıştır.

Mitolojinin doğuşunun anlaşılması için, insanoğlunun çok eski zamanlardaki yaşamına bakmak gerekir. İlkel insan da, tanımak ve bilmek gereksinimi içindedir. Doğa olaylarının nedenlerini, nereden gelip, nereye gittiğini, yaşamın ne olduğunu, ölümün sırrını bilmek istemektedir. İlkel insan bunlara bir açıklama bulmaya çalışır. Her şey onun için şaşırtıcı ve korkutucudur. Doğa olaylarının akılcı bir açıklamasını yapamaz. Bu yüzden evreni doğa üstü yaratıklarla doldurmak gerekir. Bu doğa üstü varlıkların yaşayışını, davranışlarını ve karakterlerini insanlarınkine benzetir. Fakat bunların insanlarla eş olmayan güçleri, yetenekleri, erdemleri ve kötülükleri olmalıdır. Bu tanrılar ortaya çıkarıldıktan sonra, bunlar hakkında çeşitli masallar uyduruldu ve mitoloji doğmuş oldu.
Yunanlılar bütün bu masalları kendileri uydurmamışlardır. İlişki kurdukları uluslardan, Mısırlılardan, Asurlardan, Fenikelilerden almışlardır. Onları kendi inançlarına katarak masallarla süslediler. Bu masallar bir kez doğunca, olduğu gibi kalmayıp, kuşaktan kuşağa geçerek büyüyüp çoğalmıştır. Daha sonra bu masallar yazıya dökülür. Ozanların, tragedya yazarlarının ve filozofların çabalarıyla güzelleştirilir.


Mitosun bunca yüzyılı aşıp, tek tanrılı dinlerin yasaklarından sıyrılıp günümüze kadar gelebilmesinin nedeni, insanları düşündüren, duygulandıran birçok şeyin bu efsanelerde olduğundan daha açık, daha güzel, daha yüce olarak söylenmemesidir. Çünkü Yunan efsanesi zenginliğini; doğa ve insanlar, kültür ve sanat, bu dünya ve öteki dünya yani en geçici ve en kalıcı şeylerden almaktadır. Yunan tanrılarının her biri bir karakter, canlı birer yaratıktır. Yunan efsanelerinin her birinde insan ruhu üzerinde derin bir bilgi göze çarpar. Mitos, kendine özgü bir dille konuşur ve insanların düşündüğü, inandığı, yarattığı her şeyi söylemektedir. Mitolojinin verileri yüzyıllarca yaşamış ve her sanat alanına konu olup işlenmiştir. Müzikten heykele, resimden edebiyata kadar her dalda mitolojik konulara rastlamak mümkündür.


Anadolu ve Avrupa Mitolojisinde İçerik ve Motif Karşılaştırması Prof. Dr. Zeki Cemil Arda
Mitoloji bir milletin kültürünün başlangıç noktasıdır. Ulusal kültürün en geniş anlamda kökleridir. Bu kökleri tanımadan günümüzdeki kültür olaylarını açıklamamız mümkün olamaz.
Asya’dan Avrupa’ya kadar ilerlemiş olan Türk milleti bu uzun yolculuğunda çeşitli milletlerin kültürleriyle tanışmış, onları etkilemiş, onlardan etkilenmiş, kendi kültürel yapısını zenginleştirmiş veya kendi kültürü diğerlerine egemen olmuştur.
Mitoloji bir milletin atalarının en eski başlangıcındaki inançları, hayalleri, tutkuları olarak günümüzde bile hala etkisini sürdürüyorsa; izlerini günümüze kadar getirip yaşamına devam ediyorsa, bugünkü modern yaşam biçimimiz, dünyaya bakışımız, medeniyetteki ilerlememiz yeni giysiler içindeki bir “ modern mitolojik olgudan” başka bir şey değildir.
Örneğin, acaba uzay yolculuğunun ardında yatan sebep nedir? Acaba Tanrı ve Tanrılar dünyasını mı arıyoruz? Bu işi yapan kişileri nasıl isimleyeceğiz?
Mitoloji , bu bilimle uğraşan, onu meslek edinen kişiler için klasik edebiyat boyutlarını, teologlar, ilâhiyatçılar için dinler tarihinin başlangıçtaki boyutlarını, halk bilimcileri ve etnologlar için örf, adet, gelenek kısaca sanat ve kültür boyutlarını, çocuklar için ise geleneksel eğitimin temellerindeki boyutları içerir.
Mitolojide, insanın psikolojik yapısının en derin olan yerinde ve çocukluk yıllarında yer almış olan ilk ve ilkel motifler yer alır. Mitolojide zaman ilk zamandır ve yaşamın, insan yaşamının bu ilk zamanlardaki ilk normlar (=ölçütler), ilk şekiller yer alır.
Yaşanmış denenmiş olanın, akıldaki yaratma gücü sayesinde sanata dönüştürülüp retorik unsurlara zenginleştirilip, olağan üstü bir kimliğe büründürülerek sunulması, mitolojinin insanları bağlayan sihirli ve gizemli boyuttur. Bu boyutu biraz daha açacak olursak, mitolojik anlatımlarda şiir dünyası, müzik, estetik sanatlar, felsefe ve diğer bilim dallarıyla temas vardır. Mitoloji gnosis ve teologiyle karıştırılmamalıdır, çünkü mitolojide yaratıcılık, sanat ve estetik karakterler ayırt edici faktörlerdir.
Mitolojik konularda anlatıcının kişiliğini aşan, diğer insanları aşan bir olgu vardır; Tanrı ve Tanrılar aleminin soyut olan yapısı, mitolojide imajlar, betimlemeler, benzetmelerle kavranılabilir, algılanabilir hale dönüştürülmüştür. Bu anlatım ve sunuş biçiminde bir amaç vardır: insanı etkilemek ve onun yüreğinde yankılar yaratmak, onu anlatılan olay veya kişilerin şahsında özdeşleşmesini sağlamak. Bu konuda anlatıcıya düşen görev daha zordur. Kişi ve olayları dinleyiciye göre, yani onun kültürel altyapısına göre anlatmak, tonlama yapmak, mimiklerle olaya canlılık kazandırmak; gerektiğinde yaşamakta olan güncel olayları ilave etmek, yorumlamak, yeni mitolojik olaylara yeni varyasyonlar katmak, zenginleştirip ilginç hale getirmek zorundadır.


Mitolojide ulusal fikir ve kültür yapısı ön planda yer alır. Her milletin kendine özgü kültürü vardır. Milleti oluşturan, insanları birleştiren, bir arada tutan en büyük ve izleri bugünden geriye doğru izlenebilen kesintisiz bir bağ vardır. Avrupa kendi kültürlerinin temelini antik Yunan mitolojisine bağlar. Antik Yunan mitolojisinin temeli acaba hangi diğer antik devletlerin mitolojileriyle ilgilidir? Eğer bu soruya cevap aranırsa, bu bağın antik Yunanistan’da olmadığı görülür.


Batı bilim adamlarının ve bu konunun uzmanlarının “asiatic” devletler olarak niteledikleri ve antik Yunanistan zamanında, varlıkları tarihi kayıtlarda “ var olan” diğer devletler şunlardır; yani Yunanlılarla bu devletler arasında – bugünün Türkiye coğrafyasında – kültürler arası temas yapılıyordu : kronolojik sırayla en eskiden başlayarak Sümerler, Akkadlar, Hurriler, Hititler, Urartular, Firigler, Truvalılar, Karyalılar, Lykyalılar, Kilikya ve Bitinyalılar, Cappadokialılar, ve diğer irili ufaklı 27 medeniyet. Onların da temasta bulunduğu Persler, Hintler, Asya’daki Türk devletleri ve Çinliler.


Mukayeseli edebiyatlar konusunun daha iyi anlaşılabilmesi için ilk önce bu ülkelerin mitolojilerini karşılaştırmak, insanlık tarihinin birleşen, birleştirici ve ayırt ettirici motiflerini buralarda görmek ve göstermek gerekir. Geçmiş kültürlerle ilgilenmek mitolojik olayları birer tiyatro eseriymiş gibi incelemek, hem Tanrılar tarihini, hem de insanlık tarihini aynı anda öğrenmeyi sağlar. Mitoloji, edebiyatta yer almış bütün konuların ana motiflerini bağrında saklayan bir kaynaktır. Bu motiflere örnek vermeden önce mitolojilerin birbirleriyle olan temaslarına kısaca değinmek gerekiyor.


Bu arada Trakya’sıyla Anadolu’suyla ve üç yanını çeviren denizleriyle Türkiye’mizin tarih boyunca kültürlerin birbirleriyle karşılaştığı bir medeniyetler potası olduğunu ve bu alandaki işlevinin önemini bir kez daha vurgulamak gerekiyor.


M.Ö.2350-2l59 yılları arasında Kuzey Mezepotomya’da Akkadlar, Elamlar ve Sümerler’le birlikte yaşamış olan, Sümer Çivi yazısını kabul edip kendi dilleri için kullanan Hurriler bu günkü Habur ve Kerkük şehirlerinden güney batıda Alalah ve Filistine kadar uzanan bir bölge de yaşamışlardır. Onların mitolojileri ile ilgili metinler Hititce’dir. Hurrilerin dilleri Van Gölü bölgesinde M.Ö.900-585 yaşamış olan Urartu’ların dilleriyle akrabadır.
Hurrilerin mitolojileri de gökyüzündeki Tanrı katı ile ilgili olup Kumarbi (=Ata Tanrı)’nin hükümranlığını dile getirir. Diğer Tanrılar bu Ata Tanrı Kumarbi’nin karnında kendi aralarında konuşup, nereden dışarı çıkacaklarını ve bu devletin başına nasıl geçeceklerini tartışırlar, kendi aralarında mücadele ederler. Hurrilerin Tanrıları sırayla Alalug, Anu ve Kumarbi’dir. Her biri dokuz yıl egemenlik kurar. Dokuzuncu yıl taht için mücadele başlar. Kumarbi’de böyle bir mücadelede Anu’yu ayaklarından yakalayıp gökten yere indirir. Göklerde olan bu Tanrılar arası mücadele antik Yunan Mitolojisinde aynen tekrarlanmakta, sadece Tanrı adları değişiktir. Diğer Tanrılar ve sorumlu oldukları görevler de antik Yunan mitolojisinde benzerlikler arz eder. Bu mitolojik metin E.O. FORRER (l936) tarafından bulunup çözümlenmiş din ve kültür tarihi araştırmalarına çok büyük bir katkıda bulunmuştur. Mitolojilerin en eskisi olarak bilinen antik Yunan Theogonia’sından, Hurrilerin Kumarbi Theogonia’sı daha eskidir. Dünyanın en eski yaratılış mitolojisinin daha sonra Phönike’liler (=Fenikelilerin) aracılığı ile antik Yunanistan’a geçtiği ileri sürülmektedir. Hatırlanacağı üzere antik Yunanistan’da bu konu Hesiodos (M.Ö.8/7.yy) tarafından işlenmiş ve Kronos mitleri ve Zeus’un dev Typhon’a karşı yaptığı mücadele başlıklarıyla Theogonia’da yer almıştır. Hurrilerin Mitolojisinde yer alan gökteki Tanrıların sırası ve işlevleri Akkat’lardaki Babil Mitolojisindeki Tanrı sıralaması ile aynıdır.


Hurrilerin ikinci önemli miti olan Ullikumi’de de Yunan mitolojisine geçen olaylara rastlanır. Örneğin Ullikumi kayalıkların çocuğu olup sağ omuzu üzerinde gökyüzünü, dünyayı ve denizleri taşır. Ullikumi antik Yunan theogoniasındaki Atlas’tır.


Bütün edebiyat eserlerinde yer alan İYİ-KÖTÜ-ADALET motiflerinin ilk kez rastlandığı metinler gene Hurrilere aittir: Appu ve oğulları “Adil “ ile “Kötü”. Çocuksuz aile motifi Hurrilerin Appu metninde yer alır. Güneş tanrısını bir inekle birleşip, inekten bir çocuk doğurtması ve bu çocuğun, çocuğu olmayan bir balıkçı tarafından bulunup ailesine mutluluk katması metni de Hurrilere aittir. Dağ Tanrıları, Dicle ve Fırat gibi nehir Tanrıları, yılan ve ejderler Yunan ve asiatik ülkelerin mitolojileri ile benzerlikler gösterir. Dağ Tanrıları asiatik ülkelerde Tanrı kimliğini taşırken antik Yunan mitolojisinde Tanrıların mekânı olarak gözükür.


Bütün dünya edebiyatında Aşk Tanrıçası olarak bilinen ve bizzat kendisi bir motif olan AFRODİT (Aphrodite) antik Yunan mitolojisinden çok önce Istar (=İştar) veya Asoret (=Aşoret) adlarıyla geçiyordu. Gökyüzünde Zühre yıldızı olarak bilinen İştar (Akkadlarda) veya Ninsianna (=Sümerce) ya da Estor (=Babilde) Aşk Tanrıçası olarak görevini sürdürüyordu. İştar’ın doğuşu öyküsü ile Afrodit’in ki arasında fark vardır:


“Fırat Nehrinde balıklar bir gün sonderece büyük ve harikulade bir yumurta buldular. Bunu iteleyerek kıyıya çıkardılar bu yumurtanın üstüne bir güvercin konup kuluçkaya yatar ve yumurtadan güzeller güzeli Tanrıça İştar dünyaya gelir. İnsanlara karşı son derece merhametli davranır”. İştar’ın sembolü güvercin ve sazlıktır.


Güneş ve Ay tanrıları Mezepotomya’daki ülkelerin mitolojilerinde “yaratıcı” olan nitelikleriyle önemli bin şekilde işlenirken, bunlar yunan mitolojisinde Helios (=Güneş Tanrısı) ve Selene (= Ay Tanrısı) olarak adlandırılır. Diğer Gök Tanrı ve Tanrıçaları güneş ve ayın altın ve gümüş ışınlarıyla süslenerek ilahi bir görünümle parlıyorlardı.
Sümerlerin mitolojilerinde de amaç aynıdır: Tanrıların serüvenleri ve yaptıkları işlerin anlatılmasının yanısıra insanlara da önerilerde ve öğretilerde bulunulur. Tanrılar arasında çapkınlıklar da olmakta ama bu olay Tanrı da olsa, suç işlemiş olduğundan cezalandırılmaktadır.


Buna bir örnek Sümerlerden Enlil ile Ninlil mitosu:
“Enlil banyo yapmakta olan genç kız Ninlil’i gözlemler. Aralarında aşk ilişkisi olur. Genç kız Ay tanrısından hamile kalır. Tanrılar meclisi Enlil’in bu olayını kabul edemez ve Enlil’in Tanrısı olduğu kenti terketmesine karar verir.”


Sümerlerin önemli şehirlerinden Babil, kurulduğundan günümüze kadar edebiyat eserlerinde çok sevilerek kullanılan bir motif kenttir. Bir diğer motif kent ise Truva’dır.


Göçebelerin yaşamları da mitoloji de yer almıştır. Örneğin Marthu mitosundaki aşk ilişkisi günümüzde de sevilerek kullanılan motiflerden birisidir.


“ Marthu, Babil ve civarındaki göçebelerin Tanrısıdır. İnari kentinde geçen olayda hediye dağıtımından söz edilir. Bu sırada Marthu’nun da bir isteği vardır: bir karısı ve çocuğu olmasını ister annesine ızdırabını söyler ve kendisine bir eş bulmasını rica eder. (Metinde eksik kısım vardır) Bir şenlikte İnari kentinin Tanrısı Numuşda Marthu ile ilgilenir: Marthu Numuşda’nın kızını eş olarak ondan ister; Numuşda razı olur. Düğün hazırlıkları yapılır. Gelin adayı Tanrıça’nın bir kız arkadaşı tarafından böylesine kaba, örf ve adetleri bakımından şehirli yaşamına ters düşen taraflarıyla göçebe çevresinden böyle bir kişiyle evlenmemesi yolunda uyarılarda bulunursa da, Tanrıça Adgarudu göçebelerin Tanrısıyla evlenmeye karar verir.”


Hurrilere yeniden geri dönelim. Hurriler Mezepotamya’dan daha sonra göç ederek İç Anadolu bölgesine, Hititlerin daha sonra gelecekleri yerlere gelmişler ve kültürlerini orada da devam ettirmişlerdir. Bu sırada Anadolu’daki diğer ülkelerle de ilişkiler kurmuşlardır. Avrupa’dan Anadolu’ya göç eden bir kavim olduğu ileri sürülen Hitit’ler Hurilerin kültürlerini de benimsemişlerdir. Hitit tabletlerinde onların bu törenleri dile getirilmiştir.


Avrupa’daki kavimler Türkleri ve kültürlerini Hunlar’la ilk kez tanımışlardır. Attila ismi Germen mitolojisinde yer aldığı gibi Nibelungen, Kudrun ve Hildebrand destanlarında da yer almıştır. Almanya’daki edebiyat dersi kitaplarında Türk ve Avrupalı kültürlerin tanışmasını bu destanlarda görmek mümkündür. Oysa Asya’daki Türklerin mitolojileri ders kitaplarında bulunmamaktadır. Bizde durum nasıldır? Bizim ders kitaplarımızda mitolojiye ne kadar yer ayrılıyor? Anadolu mitolojileri, Türk mitolojisi neden yeterince yer almıyor? Orta Asya Türk Devletlerindeki meslektaşlarımızla bu alanda ne gibi çalışmalar yapılıyor?


Fakültelerimizde “mitoloji” konusu neden sadece arkeoloji ve klasik filolojilerde yer alıyor. Bu dersi bütün branş öğrencilerine açık, seçmeli ders halinde sunmak mümkün olamaz mı? Türk mitolojisine
daha çok yer verilemez mi? Bu konuda öğrencilerimizde büyük bir bilgi boşluğu var. Bunun herhangi bir şekilde çözümlenmesi gerekir, çünkü günümüz genç neslinde çözülmeler vardır.


Türk mitolojisinde diğer ülkelerin mitolojilerindeki olaylarla benzerlikler görülür. Bu benzerlikler Tanrılar ve görevlerinde, iyi ve kötü ruhlarda, kahinlerin işlevlerinde, dua ve kurban kültlerinde görülür. Türk mitolojisinden Türeyiş ve Kıyamet mitlerini burada anlatarak tebliğimi tamamlamak istiyorum. Adem ile Havva, Avrupa’daki şekliyle Adam ve Eva isimlerine dikkatlerinizi çekmek isterim:
“İlk çağda yağmurdan hasıl olan seller Karadağcı denilen bir dağdaki mağaraya çamur sürükleyip getirdi ve bu çamurları insan kalıbına benzeyen yarıklara döktü, su ile toprak bir müddet bu yarıklarda kaldı. Güneş, Saratan burcunda idi ve sıcaklığı çok kuvvetli idi. Güneş, su ve toprak döküntülerini kızdırdı, pişirdi. Mezkür mağara kadının karnı vazifesini gördü. Su, toprak ve güneşin(ateş) unsurlarından ibaret olan bu yığın üzerinden dokuz ay mutedil rüzgar esti. Böylece dört unsur birleşmiş oldu. Dokuz ay sonra bu yaratıktan insan şeklinde bir mahluk çıktı. Bu insana Türk dilince “Ay Atam” denildi ki “Ay Baba” demektir. Bu “Ay Atam” denilen kişi sağlam havalı ve tatlı sulu yere indi. Kuvvet ve neşesi günden güne arttı, orada kırk yıl kaldı. Sonra seller bir daha aktı, yukarıda zikredildiği gibi mağaradaki yarıklara toprak doldurdu. Güneş Sünbüle yıldızında idi. Binaenaleyh bu toprağın pişmesi zamanı, güneşin aşağı indiği devre tesadüf etti ve bundan dolayıdır ki topraktan yaratılan kişi dişi oldu. Bu dişi kişiye “Ay-Va” adı verildi ki “Ay Yüzlü” demektir. Ay ata ile Ay-Va evlendiler. Bunlardan kırk çocuk dünyaya geldi. Yarısı erkek yarısı dişi idi. Bunlar birbirleriyle evlendiler. Ana ve babaları öldükten sonra çıktıkları mağaraya gömüp ağzını altın kapı ile kapadılar ve kapının yanına çiçekler koydular.”
Yukarıdaki metinde Ay Ata’dan Adem’e, Ay-Va’dan Eva’ya doğru bir geçiş, bir motif akışı sezinlenmektedir. Kardeşler arasındaki evlilik, anıt mezar ve önüne konulan çiçekler örf ve adetlerin insanlık tarihindeki akışını gösteren diğer ayrıntılardır.
Kıyamet günü ile ilgili iki Türk mitosu vardır. Buradaki olaylar ve motifler de evrensel motifler olarak değer kazanmaktadır:
Altaylı Şamanistlere göre “kalgançı çak”, yani kalacak olan çağın öyküsü:
“Zaman geçtikçe kişioğlu topluluğu azacak, günah işlerden çekinmeyecek, fenalık alabildiğine çoğalacaktır. İyi Tanrı Ülgen bu günahlı topluluktan uzaklaşacak, karanlık dünyadaki kötü Tanrı Erlik yeryüzüne yaklaşacak, yardımcılarından Karaş ondan önce yeryüzüne çıkacaktır. Kişioğulları iyi Tanrı Ülgen’i unutacaklar. Yeryüzünde insanları kazanmak için kötü tanrılarla iyi tanrılar savaşacak. Karanlık dünya Tanrıları Erlik, Karaş ve Kerey insanları karanlık dünyasına, iyi tanrılar Ülgen, Mangdı-Şire, Maydre aydınlığa, iyiliğe çekecekler. Her iki taraftan ölenler olacak nihayet tek başına Ülgen kalacaktır. Ülgen “ölüler kalkınız” diye bağıracak ve bütün ölüler dirilecektir.”
Ünlü Alman bilim aadamı Radloff ve Verbitskiy’nin derledikleri kıyamet mitosu ise edebiyatın betimleme sanatının ilk güzel örneklerinden birisidir:
“Kalgançı çak geldiği zaman gök demir, yer sarı bakır olur. Hanlar hanlara saldırır, uluslar birbirine kötülük düşünür, katı taşlar ufalır, sert ağaçlar kırılır. Kişi bir dirsek kadar küçük olur. Baş parmak kadar erkek olur. Erlerin dizgini kısa olur. (=güçlerin elinde oyuncak olurlar). Ayak takımı bey olur.
Baba çocuğunu, çocuk babasını tanımaz (=saymaz). Yaban soğanı pahalı olur. At başı kadar altına bir kap yemek verilmez. Ayak altında altın bulunur, onu alacak kimse bulunmaz.”

Sokrates' ten özlü sözler...

- Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, işe önce kendisinden başlamalıdır.
- Bilgi ruhun gıdasıdır.
- Bir insanın onsuz yapabileceği ne kadar çok şey vardır.
- Bir yargıç, iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir.
- Bilen insan kötülük yapmaz.
- Cahil insan kendinin bile düşmanı iken, başkasına dost olması nasıl beklenir
- En faziletli insan, rûhen yükselmeye çalışan, en mutlu insan da yükseldiğini duyandır.
- Endişelerinizden kurtulmak istiyorsanız , yaşamaktan en çok korktuğunuz şeyin bir gün başınıza geleceğini kabul edin.
- Fazilet, ruhun güzelliğidir.
- Felsefe, hayretle başlar.
- Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir.
- Haksızlığa uğramak, haksızlık yapmaktan iyidir.
- Haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır.
- İnsan bildiğini öğrenir.
- Kadın erkekle bir kez eşit hale getirildi mi, artık ondan üstün olur.
- Kainatta tesadüfe, tesadüf edilmez.
- Kendin pahasına olduktan sonra tüm dünyayı kazansan eline ne geçer?
- Kendini bil.
- Kendini bulmak istiyorsan, kendin için düşün.
- Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim.
- Ne pahasına olursa olsun, evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz,yok fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz.
- Öğrenmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden hatırlamaktan başka bir şey değildir.
- Sadece bir iyi vardır, bilgi; ve sadece bir kötü vardır, cehalet.
- Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.
- Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir.
- Yalnız işsiz olanlar değil, daha iyi işler yapabilecek olanlar da başıboştur.
——————–
İdam edilmeden önce karısı Xanthippe Sokrates’e şöyle der: “Ama sen suçsuzsun; suçsuz yere idam ediliyorsun.”
Sokrates de buna karşılık şöyle bir cevap verir: “Be kadın, suçlu olarak idam edilmemi mi yeğlerdin?”
——————–
Sokrates sormuş: “Kimdir insan, insan nedir?”
Agora’daki gönüllü öğrencileri: “Onu bilmeyecek ne var? İnsan; iki ayaklı, tüysüz bir yaratıktır.” demişler.
Ertesi gün, pazar yerine tüyleri yolunmuş bir horozla gelen Sokrates, canlı hayvanı göstererek sorusunu yinelemiş: “Yani böyle bir şey midir insan dediğiniz?”
——————–
Sokrates bir gün dar bir patikada ilerlerken karşısına dönemin soylularından biri çıkmış. Yol ise ancak birinin geçebileceği kadar genişmiş.
Birinin diğerine yol vermesi lazım iken soylu: “Ben senin gibi bir zavallıya yol vermem” demiş.
Sokrates’in cevabı ise şöyle olmuş: “Ben veririm.”
——————–
Sokrates bir gün eve geç gelmiştir. Karısı da sürekli bu gecikmenin nedenini sormaktadır. Konuşmuş, bağırmış, çağırmış; Sokrates karısına karşı hiçbir tepki vermeyip önüne bakmaya devam etmiştir. Bunun üzerine karısı bir kova suyu Sokrates’in kafasına boşaltmıştır. Sokrates ise gayet sakin bir şekilde karısına şu cevabı vermiştir:
“Bu kadar gök gürültüsünden sonra, bu yağmuru bekliyordum…

Filozoflara göre ask nedir?

Ünlü düşünür Eflatun, bildiginiz gibi diger ismi Platon olan bu düsünürün adiyla tanımlanan “Platonik ask” yani tek taraflı asktır. Platonik askın adıyla anılmasına ragmen onaylamayan ve açıkça sevmenin gizliden sevmekten daha güzel oldugunu söyleyen bu filozof sevgi üzerine oldukça kafa yormuştur. Sölen adlı meşhur kitabında tamamen sevgi ve dostluk üzerine duran Eflatun, ögrencileriyle baştan sona sevgiyi tartışır ve onu tanımlamaya çabalar. Ve güzellik ile askı bulusturur. Öyle ki, güzelin olduğu yerde ancak sevgi olabilecegini söyler. “Güzel yaşamak isteyenleri ömürleri boyunca nedir güzel yasatan? Akrabalari mi? Hayir. Sanlari serefleri mi? Hayır. Zenginlik mi? Hayır. Ne su ne bu, hiçbir sey insanı sevgi kadar güzel yaşatmaz.“[1] Ardından “Homeros der ya, yiğitlere tanri yürek üflermis, iste budur Sevgi’nin sevenlere verdigi güç. Baskası için ölmek, bunu yalniz sevenler yapabilir, erkekler değil yalniz, kadinlar bile.“[2] diyerek, sevginin büyüklügünü ve güçlü kalplerden işi olduğunun üzerinde durur. Sevginin özünde Tanrısallik olduğunu, sevginin bir tek olmadigıni çesitlere ayrıldıgını anlatır. Ayrıca seks ve güzellik tanrıçası Afrodit’i örnek göstererek tensel sevgiye isaret eder: “Orta mali Aphrodite’ye bağlanan insanın kendisi de orta malıdır, her isini rasgele yapar; bu sevgi aşagilik kişilerin sevgisidir. Bu türlüleri kadinlari da delikanlilar kadar severler, sonra da sevdiklerinin bedenlerini canlarindan(ruh güzelligi) çok severler, üstelik de sevdiklerini çogu zaman aptallar arasindan seçerler, çünkü istedikleri arzularini sonuna kadar götürmektir; bu isin güzelligine, çirkinligine bakmazlar.”[3] “En iyi en soylu ve en degerli insanlar, başkalarini çirkin de olsa severler“[4] diyerek sevginin yüksek bir deger oldugunu savunur. Eflatun’a göre düşkün kadinlari seven yani ruh güzelliginden daha çok bedensel hazza önem veren insan, aslinda seven insan değildir. Olsa olsa kendi bedenini seven insandir der. Böylece Sevgiyi ikiye ayırmış olur: bedensel sevgi, ruhsal sevgi… Ruhsal sevgi mistiklerde aşkinligi dönüşür insanla Tanri’nin buluşması gerçekleşir. Bu sevginin savunucuları mistiklerdir. Bedensel olan sevgi gerçekte sevgi degildir, ilgidir. Beden istediği doyumu gerçekleştirdiğinde sevgi yok olur. Bunu bazilari ” Sevmek dokunmaktir” cümlesiyle ifade ederler. Eflatun Sevgi’yi düzenli, ölçülü olmasindan yana tavir koyarak sevgi de akil arar gibidir. Buna karşin mistiklerin aşk anlayişinda ise, aşk gaflet halidir. Deli, mecnun ve askın bir şekilde kendinden geçer. Özellikle Müslüman mistiklerin aşka bakişi böyledir.”Aşk sarhosluktur” diye ifade edilir. Eflatun’da ise, iki ayri parçanin bitismesidir ask. Yunan efsanelerine dayanarak anlattigi hikâyede geçmiste tek parça olan insanoglu, dişilik ve erkekligi tek bünyede bulunduruyormuş. Daha sonra üçe bölünerek kadin, erkek ve hem kadin hem erkek bir varlik olarak üçe ayrilmiş. Parçanin erkek ve dişisinin birbirinin arayışinin adı aşk olmuş. Netice olarak sevgiyi bütün boyutlariyla ele alan Eflatun, sanat sevgisinden, kadin erkek sevgisine, erkeğe duyulan sevgiden, orta mali kadinlara duyulan sevgilere kadar bütün sevgi çeşitlerini derinliğine irdeler, öğrencileriyle tartişir. En geniş anlamiyla der: “Sevgi, her iyi olani ve bizi mesut edeni arzulamaktir.”

12 Temmuz 2010 Pazartesi

İnsan Davranışın Kronolojık Değerlendirilmesi

( FELSEFEYE DAYALI PSIKOLOJI – FELSEFİK PSİKOLOJI )


Günümüzde, adından söz edilen düşünce ekollerin tarihine baktığımızda 1825’ den, 2025’ e kadar ortaya düşünce ekoller öne sürülmüş, her biri tarihsel açıdan ele alınmıştır. Her bir düşünce ekolün uygulamasının yükselişi ve çöküşü o zamanki yasam tarzına ve bölgesine, ( sosyal ilişki, iklim koşulları v.s) bununla birlikte insan ihtiyacına göre tasarlanmıştır. Şimdiki zaman sürecinde insan doğasını anlama çabası, çok sayıda düşünce ekollerine başvurularak tasvir edilmeye ve anlamdırılrmaya çalışılmaktadır. Şunu anlıyoruz ki hala tam anlamıyla bütünleştirici bir düşünce ekolü öne sürülememektedir.

Günümüzdeki yasam felsefesinden yola çıkarak yeni bir düşünce ekolu üzerinde çalıştım. Bu düşünce ekolun amacı bir bütünleştirici olarak insan doğasını anlama çabası, bir sistematik küme çerçevesi içinde; zihinsel, sosyal, politik, propaganda ve ekonomik atmosfer sistemi ile göz önünde bulundurarak ele almasıdır. Bahsettiğim düşünce ekolunun ismi felsefe olarak psikolojidir.

İnsanların günlük yaşamlarında kendi içinde, sosyal ilişkide ve hayatı anlamdırma algılamaları, felsefe olarak psikoloji üç asamadan ibaret olduğunu savunuyor. Bunun içine organik rahatsızlıkta, biyolojik ve fizyolojik durumu da içeriğine katmaktadır. Eğer felsefe olarak psikolojiyi tanımını yaparsak;

İnsanlar;
- Düşündüğü kadarıyla tutum ve davranış sergilerler,
- Düşündüğü kadarıyla karşısındakini tasvir eder,
- Düşündüğü kadarıyla atıfla bulunur,
- Düşündüğü kadarıyla kendini geliştirebilir,
- Düşündüğü kadarıyla öğrenir ve koşullanır,
- Düşündüğü kadarıyla iletişime geçer,
- Düşündüğü kadarıyla kendini tedavi eder,
- Düşündüğü kadarıyla duygularına hükmeder,
- Düşündüğü kadarıyla dürtülerine hükmeder,
- Düşündüğü kadarıyla eski yaşantılarını ortadan kaldırır,
- Düşündüğü kadarıyla öfke saçar veya kontrol eder,
- V.s
Yukarda ki tanımın özetini yaparsak; insan düşündüğü gibidir. Bu tanım organik rahatsızlığı sahip olan, otızım, zihinsel özürlü, down sendromu v.s. olan kişiler, içinde kendi çapında ne kadar düşüncelerdeyse o şekilde kendi hayat felsefelerine hükmederler.

Biliyoruz ki insanlar öğrenmeye doyumsuzdur. Tabı bu nasıl bir şekilde uygulandığına bağlıdır. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki insan ana rahminden itibaren başlıyor öğrenmeye ve hayatın felsefesini oluşturmaya. Ana rahminden sonra ki süreçlerde de hayatta ki zihinsel süreçlerini saplantılaştırmaya, yetersiz mukayese etmeye, boyun eğmeye, korkuya, suçluluk duygusu v.s içerikleriyle; kuşak döngüsü, ailesel ve çevresel etkenler tarafından oluşturulmaktadır. Bununla birlikte, eğitim, kültür, toplum, inanç, kitle iletişim, propaganda, zekâ, bilişsel kabiliyet v.s düşüncelerin yordamlaşmasında, benimsenmesinde ve uygulamasında büyük bir etkisi vardır.

Etki ve tepki olayından bahsetmiyorum. Bu etkileşimi nasıl bir şekilde özümsemenden bahsediyorum. Düşündüğün kadarıyla etkisi altındasın, sen yönlendiriyorsundur. Bunu ya doğru olarak özümser düşüncene geçirir ya da yanlış bir şekilde. Şimdi felsefe olarak psikoloji aşamalarını örnekle açıklayalım;

Yemeğe salça atacaksın bunun için gerekli olan düşüncen zihninde harekete başlıyor, yanı; yordamlaşma ( düşünme)( 1. aşama);
- Yemeğe çok güzel renk verecek
- Yemeğe tat verecek
- Yemekteki gıdalarla uyum içinde olacak
- Annem salçayı kullanırdı
- Televizyonda aşçı kullanırdı
- V.s
Yukarıda da görüldüğü gibi yordamlaşma senin nasıl bir şekilde zihinsel süreçten geçtiğine bağlı, bu durum ya annenin yemeklere salca attığından dolayı atıyorsundur ya da bunun sonucuna sen düşünsel( mantıken) acıdan ulaştın. Şayet, sendeki düşünce yetersizliğinden dolayı kaynaklanan durum varsa değişik bir durum sergileyeceksin ya da salça olayını doğru bulmayacaksın. Peki, bu değişik düşünce süreç ne olabilir? Salca ağır bir gıda olduğundan bende gastrit yapabilir diyerek( mide yangısı) yemeklerde kullanmamaya dikkat edeceksin ya da az kullanacaksın.
Davranışın aşaması ilk seans da tamamlanmıyor tabı ikinci asamaya yanı benimseme(özümseme-kabul etme) ( 2.aşama) geçiyor. Bu süreç de kendi içinde oluşabilmesi için zihinsel süreçten geçiyor;


- Mantıklı
- Uygun
- Lezzetli olacak
- V.s
Benimseme süreci daha çok uygunluk içersinde yoğunlaşıyor. Yukarıda bahsettiğimiz benimseme süreçlerini kabul ediyorsun. Durumun konumuna göre gidişat değişebiliyor ve böylelikle üçüncü asamaya yöneliyorsun.

Uygulama( faaliyete geçirme-eylem);
- Rahatlaman için eyleme geçirmelisin
- Kendini mutluluğa yönetmelisin
- Günlük aktiviteni yapmalısın
- Üretkenliğe doymalısın
- V.s
Uygulama, 1 ve 2. aşamaların vermiş olduğu sistematik içersinde ki düşünceleri tamamlamalı ki kişinin dünyada var olduğunu düşünsün. Artık yemeklerde salça kullanılması gerektiğini bu üç asamadan ulaştıktan sonra, bir dahaki yemeye salca atma davranışı bu asamadan geçmeyecektir. Otomatımken davranışı sergileyecek. Bu duruma durağan olarak nitelendirdim. Bu davranışı( yemeğe salca atma davranışı) tekrar uyguladığında felsefık kabullenme olarak adlandırdığım durum ortaya çıkacaktır.

Karsımızda bir masa olduğunu farz edelim (metafizik). Gördüğün masa ilk asama yordamlaşma içersinde yoğunlaşıyor. Bu masayı nasıl bir şekilde düşündüğüne bağlı olduğundan yordamlaşmanı faaliyete geçiriyorsun;
- Masada ders çalışılıyor
- Masada yemek yeniliyor
- Gerekli olan ihtiyaçları gidermede kullanılıyor
- V.s
İkinci aşamada ise benimsemen birinci aşamadaki yordamlaşma vasıtasıyla gerekli olan mevcut düzeneği kabullenerek üçüncü aşamanın temelini atıyorsun. Gerekli olan aşamaları tamamlamak ve dünyadaki görevini tam yerine getirmek için bu davranışı eyleme geçirmen gerekli. Böylelikle, uygulayarak son hamleyi yerine getiriyorsun.
Ayhan yolun karsısındaki bahçede arkadaşlarıyla birlikte top oynamakta. Bir anda top yola doğru yöneldi. Ardından da Ayhan hareketlendi. Bu sırada Ayhan topun arakasında koşarken ne gibi yordamlaşma içersinde.
Ya topa doğru yönelmiş topu alacak ya da dikkat etmeli ki her an araba karsıma çıkar ezilebilirim. Ya da bunların hiç birini düşünmeden farklı bir yordamlaşmayla davranışı sergileyecek. O esnada onun için makul olan yordamlaşmayı kabul etmeli benimsemek için ve ardından da uygulamaya geçirecek. Şayet daha önceki öğretim koşullama vasıtasıyla ebeveyn tarafından ona dikkatli olması uyarımı düşünce mekanizmalarına yerleştirilmişse (durağan) Ayhan farkında olmadan dikkatli olacaktır. Bu davranışın uygulanması felsefik kabullenmedir. Etrafta ki etkenlerin etkisi altında kalıp yordamlaşma değişikliği yasayıp farklı davranış da ortaya çıkabilmektedir.


Yukarda bahsedilen düşünce ekolu genelleme yapılarak insan hayatındaki bütün alanlara yayılabilir, davranışların nasıl oluştuğunu açıklayabiliriz. Bu durum her kesime hitap etmekle kalmıyor( çocuklara, yetişkinlere, yaslılara, homoseksüellere v.s) hayvanlar içinde geçerlidir.
Algılanan dünya hızla gelişmektedir. Bundan dolayıdır ki gidişata ayak uydurmamız için düşüncelerimizde aynı şekilde gelişmektedir. Yaşam standartların yükselmesi, haberleşmenin yangınlaşması, kitle iletişimde büyük gelişmeler olması v.s düşüncelerde antrenmanlık rolü oynadığı için yordamlaşmada, benimsemede, uygulamada büyük etken olduğu kesindir. Yeni olan her şeyin arkasından gitmek insanı kendisinden uzaklaştırıyor duygu ve dürtüleriyle hareket etmesine sebep olmaktadır.
Beden ve ruh ilişkisi münasebetinde ruhun felsefeye dayalı psikoloji görevini yapmada ve bedeni yönetmektedir. Madde bağımlılığını göz önünde bulundurursak ruh düşünüyor, bedenine sırın kayla maddeyi enjekte ediyor. Beden, tamamıyla ruhun etkisi altında kalıp, ruhun verdiği talimatı yerine getirmektedir. Bu durum kışının nasıl bir şekilde felsefe dayalı psikoloji içindeyse onu iyiye kullanabilir ya da kötüye kullanabilir.
Felsefe olarak psikoloji günlük hayatımızda faaliyetlerini göstermektedir. Bu durağanlaşmış şekilde olarak felsefi kabullenmeyi açığa çıkartıyor olur ya da o esnada felsefe olarak psikolojiyi gerçekleştiriyordur.