Kayıtlar

AŞK FELSEFESİ

 İşte böyle başlar, Kıbrıs’lı Pygmalion’un hikayesi… Siz hiç gerçekten sevdiniz mi?! Ah, unutmuşum, siz de o anlaşılması zor olan insanlardansınız. Diyeceğim şu ki sevgi, salt, katıksız, duru, dürüst, gerçek sevgi. Tıpkı Kral Pygmalion’un Galatea’ya duyduğu aşk gibi. Niçin insan, fiziksel olarak bir şeyler paylaşmadan aşık olamasın? Bu kadar mı maneviyata inancınız yok? Bu sapkın batı inancına bu kadar mı yıkandı beyniniz? Aşkın anlaşılamayacak bir tarafı yoktur. Aşk, her türlü olabilir. Bir insanı ne etkilerse, kendisine ne uygunsa ona aşık olur. Bazen 1 yılda, bazen 1 dakikada. Bazen ilk görüşte birisinin gözlerine aşık olur, bazen hiç görmediği birisinin iç dünyasına, duygularına, saflığına. Montaigne ; ‘’Aşk için kitapları bir yana bırakıp açık yüreklilikle konuşursak, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir, diyebiliriz gibi geliyor bana.’’ Demiştir. Sokrates’e göre aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur. Mesela Sait Faik’i ele alalım. Şöy

Özgüven geliştirme yolları

  1. Mutlu olmak için neden arama! 2. Şikayet etme 3. Kendini sevdirme, kanıtlama 4. Olduğun gibi ol. 5. Kendine saygı duy. 6. HAYIR demeyi bil. 7. Kendinle o kadar çok ilgilen ki başkalarını düşünmeye fırsat bulma. 8. Kendini doğal olarak DEĞERLİ VE KUSURSUZ olarak gör. Duygusal bağımlı olma. 9. Kalbine dokunan olumlamalarla cümle kur.(örn:sana zarar veriyorlardı, seni küçük ve önemsiz biri gibi görüyorlardı. Sen naptın? Tüm bunların altından kalktın, artık daha güçlüsün. Sen bir savaşçısın, dünün korkmuş çocuğu, ilgiye, şefkate muhtaç çocuğu yok artık. Artık seni hiçbir şey durduramaz.) 10. Duygusal bağışıklık sistemini kur. Böylelikle başarısızlığa ve hayal kırıklıklarına tahammül seviyen artacak. Endişe ve stresle başa çıkacaksın. Şöyle: kendini sevme, güvenme, sağlam bir benlik algısı, pozitiflik, esneklik, mizah, ne zaman "hayır" demeyi bilme ve benzeri 11. Umut yerine İNANÇ, SAĞLAM,SOMUT, GERÇEKÇİ ve KABUL GÖRÜR TUTUMLAR edin. (Örn: Toplumsal konularda oldukça iyiyim.

Çözüm Odaklı Terapi

Resim
  "Gizlilik ilkesinde; "Bana doğruyu söylememeniz size yardım etmemi güçsüzleştirir." "Sana yardım etmem için olanları söylemelisin." İlk görüşmede; şikayetiniz nedir?, buyrun sizi dinliyorum." Denir.  Danışan: nereden başlasam derse en başından başlayabilirsin denir. İLKELER:  Soruna odaklanma yapılmamalı.  Geçmişe ve bugüne dönük sorular sorulmamalı, geleceğe yönelim yapılmalı. Net bir amaç oluşturma. Olumlama  Sınırlardan ve eksikliklerden ziyade kaynaklarını ve güçlü yanlarını vurgula.  TEKNİKLER:  Kristal Küre( geleceği okuma): Sorunun olmayacağı gelecekteki bir durumu hayal et.  Derecelendirme: 1-10 sorunu derecelendir. 1 senin için en kötü olan bir zamana denk gelirken 10 sorunun olmadığı bir zamana denk gelir. Şimdi ölçeğin hangi. Noktasındasın?  Sınav kaygısında kullanılabilir. Kabus: bir gece uyurken gecenin bir vaktinde kabus gördüğünü düşün. Tüm sorunların aniden ortaya çıktı. Buna ilişkin ne söylerdin? İltifat: güçlü yanlarına yap. "Bunu

ANALİTİK PSİKOLOJİ

CARL GUSTAV JUNG Psikanaliz alanındaki çalışmalarıyla bir asra damgasını vuran Freud terapinin amacının bilinçaltını bilinçli hale getirmek söylemişti. Ve bir teorisyen olarak bunu çalışmalarının baş hedefi yaptı. Fakat aynı zamanda bilinçaltını pek de hoş bir şey olarak algılamamamıza yol açtı; burası yanan arzuların , kötü huylar ve cinsel tutkuların derin çukuru, korkulu deneyimlerin gömüldüğü bir yerdi. Bu haliyle bilinç yüzeyine çıkarmak isteyeceğimiz bir şey değildi. Onun genç çalışma arkadaşlarından Carl Gustav Jung ise içimizdeki bu uzayı araştırmayı hayatının ve çalışmalarının amacı yapacaktı. Jung Freudyen teoriyle güçlenmiş temelinin yanında mitoloji, din ve felsefe alanlarında derin bir bilgiye sahipti. Özellikle Siyonizm, Kimya, Kabala ve Hinduizm ve Budizm’deki benzerleri gibi karmaşık mistik geleneklerin sembollemeleri konusunda oldukça bilgiliydi. Jung ayrıca rüyalar ve zaman zaman görüntülerle ileriyi algılama kapasitesine sahipti. 1913 sonbaharınd

SEN Mİ, ZEN Mİ?

Yığınlarla bağırış, çağırış, yakarış içinde gerçek küçük bir cam parçası gibi durur. Kimsenin bir şey bilmediği gerçeği. Peki ya cam parçasının üstündeki kan damlası? Bilmediğimizi düşündüğümüz aslında nedir? Cevap tektir; hayatımızın sonunda başımıza gelecekler.. Bu geçişten sonra varlığımızdan geriye kalan bizi hatırlar mı? Kendinden ne olarak bahseder? Bu bilinmeyene alabildiğine hızla mı ulaşırız? Derin bir tefekküre dalıp, zihnimizin ulaşabileceğimiz en ufak ayrıntılarına bile dalarak mı ulaşırız? Yoksa daha hızlı koşarak veya daha derin uyuyarak mı? Bazılarının gözleri hep karşı kıyıdadır. On yıllık veya yüz yıllık süre, sonsuzla karşılaştırıldığında bir hiçtir. Peki sonsuzluğun renkleri bu yüz yıllık sürede mi belirlenir? Canlı varlıkları güdüleyen, gerçekten sadece hayatta kalmak ve üremek midir? Biz de daha büyük bir organizmanın başı belada olsa, hücreler gibi düşünmeden kendimizi yok eder miydik? Örneğin ozon tabakasını delerek dünyanın veya galaksimi

RUHUN RÜYASI; ESTETİK

Seni böyle tutan nedir, iki elin şaşkınlıkla açılmış, çiğ tazeliği gözlerinde, saflığını bozmamak için anlamazdan gelirsin söylediklerimi. Böyle havayı kuşatan nedir? Bir sis bulutu belli ki, fazlaca inmiş yerin yüzüne. Seni böyle zamanlar arasında sıkıştıran, çaresiz bırakan nedir? Gözlerine baktığım anda görüyorum aslında ne olduğunu, ne taşıdığını içinde, onu orada tutmaya ikna eden nedir? Seni durduran nedir? Ortalama olmasına karar veren her şeyin. .Bir kısmıyla yetinmek zorunda bırakan. Gözlerin, arkasında uzanan uçsuz bucaksızlığı çöl korkusuyla saklar. Ellerin yeteneği hapseder içinde. Yaşamı ellerimle tutmayım, şekillendirmeyim, onun ne olduğunu anlayıp, çabucak işimi bitirmeyim der gibi. Çölde sabırla ufak adımlar kat eder gibi. Alıştığın sarhoşluğu, gizemin girdabının kendini bıraktığın baş döndürücülüğü. Henüz bulunmamış olanın umudu. Bu şarkıya öyle bağlanıp, hüzünle dindiren kendini. Bu meraka öylece alışıp, cevaplara kulağını tıkayan. Bir tarafın

BÜTÜNLEŞMEYEN BÜTÜNLÜK

İnsanlığın post modernizm kavramıyla ilk karşılaşması 1960'lı yıllara rastlamaktadır. Önce edebiyatta daha sonra da 1970'li yıllarda mimaride kendini gösteren bu kavram, "Jean François Lyotard" ile birlikte modernizmi sorunsallaştıran ve bir tartışma ortamı yaratan bir kavrama dönüşmektedir. Şöyle ki 1979' da Jean François Lyotard'ın yazmış olduğu "Postmodern Durum" adlı kitap, 'büyük anlatı'ların artık insanlığın peşinden koşabileceği gerçeklikten çok bir imaja( kurmaca gerçeklik) indirgendiği konusunu gündeme getirmiştir. Çünkü "Büyük Anlatı"lar diğer adıyla meta anlatılar ( Aydınlanma, Tarihselcilik ve İdealizm ) öncelikle II. Dünya Savaşı ve ardından Nazi rejiminin neden olduğu kitlesel kıyımlar, daha sonra da soğuk savaş yıllarında silah yarışının yarattığı nükleer tehdit gibi yıkıcı, yok edici olgularla birlikte sarsılmış ve böylece modernite projelerinin (Evrensellik, Rasyonellik, Özgürlük vb) sonunun geldiği