EKOLOJİ

• Humin olmayan maddeler: Bu grupta maddesel değişimin olmadığı veya çok az olduğu ölü bitkisel, hayvansal veya toprak canlılarına at dokular yer almaktadır.
Toprak organik maddesinin %10-30’u humin olmayan maddelerden oluşmaktadır. Bu grup içerisinde proteinler, azotlu bileşikler, karbonhidratlar, organik asitler, yağlar, vb. yer almaktadır.
Humin maddeler: Toprak organik maddesinin etkin kısmı olup ileri derecede değişime uğramış, koyu renkli, yapısı belli olmayan ve mikrobiyolojik ayrışmaya dirençli olan gruptur. Bu grubu monosakkarit, peptit, fenol ve amino bileşikleri oluşturur.
Toprak içi havasının oksijen miktarı azalıp karbondioksit miktarı arttığında bitkilerde meydana glen fizyolojik özellikler şunlardır:
Kök hücre zarlarının geçirgenliği azalır,
bitkide transpirasyon hızı azalır,
bitkide fotosentez çok yavaşlar,
generatif büyüme yavaşlar veya durur.
*Toprakta bitkinin yararlandığı su miktarı, o toprağın tarla kapasitesi ile solma noktası arasında bulunan sudur. Buna faydalı su denir.
*Toprak tekstürü toprakların inorganik içeriklerinin dağılımını gösterir.
*Adhezyon, farklı maddeler arasındaki çekim kuvvetidir, örneğin toprak parçacıklarının suyu çekmesi
En düşük çimlenme sıcaklığı çavdar için 1-2°C, pamuk için 14-16°C, arpa için 3-4°C, mısır için 10-11°C ve bezelye için 7-8°C dir.
Habitat; bir canlının ya da populasyonun doğal yaşam alanına verilen addır.
Homeostasis; canlının vücudunda gerçekleşen her türlü değişikliğe karşı var olan dengenin korunmaya çalışılmasıdır.
Hücrelerden gereksiz, fazla ve zararlı maddelerin uzaklaştırılarak iç çevrenin dengeli bir durumda kalmasına homeostasi denir
Bir canlının diğer bir canlı üzerindeki etkisine koaksiyon veya biyolojik ilişki denir.
Sinerjik etki; bilinen iki etkenin beraberce olan etkisinin, her ikisinin tek başına etkisinin toplamından daha fazla olması demektir.
EKOLOJİK TOLERANS: Belirli ekolojik faktörlerin varyasyonu sonucunda özelleşmiş farklı ortamlara türün yerleşme yeteneği. Bir canlının zarar görmeden dayanabildiği bir çevre faktörünün en az ve en çok değerleri arasındaki farkın derecesi.
Canlı varlıkların yaşantılarını devam ettirdikleri organik veya inorganik maddelerden meydana gelmiş alanı ifade eden terim bu alanda birtakım etmenlerle sürekli iletişim içerisindedirler. Bu alana ortam denir.
Karbon döngüsü:
1.Hidrosferde karbonik asit olarak bulunur.
2.Tüm organik bileşiklerin temel yapı elemanıdır.
3.Besin zinciri ve besin ağı yolu ile diğer canlılara ulaşmaktadır.
AZOT DÖNGÜSÜ:
I. Toprağa gelen organik artıklar, saprofit bakteri ve mantarlar tarafından amonyağa dönüştürülür.
II. Bitkiler atmosferik azotu, protein gibi azotlu organik maddelere çevirirler.
III. Döngünün tamamlanabilmesi için nitratların nitrite, nitritlerin de moleküler azota çevrilmesi gerekir.
SORU: azot döngüsünde gerçekleşen 5 temel olay. Denitrifikasyonb. Amonifkasyonc. Asimilasyone. Nitrifikasyon
AZOT BİLEŞENİ:
*canlılarda en fazla proteinler halinde bulunur
*bitki ve hayvan artıkları veya ölülerinin ayrıştırıcılar tarafından yavaş yavaş parçalanması ile mineral hale getirilmektedir.
*azot döngüsünün tamamlanabilmesi için nitratların nitrite, nitritlerin de moleküler azota çevrilmesi gerekir.
*Azot atmosferde yaklaşık %78 oranındadır.
Tolerans yasası: 1911 yılnda Shelford tarafından ortaya atılmıştır. Canlı varlıklar herhangi bir faktöre karşı, en iyi gelişebildikleri optimum değerlerin dışında bulunan maksimum ve minimum sınırlardaki değerlere olan toleransları sayesinde hayatlarını devam ettirebilirler. Bir canlının herhangi bir faktör karşısında varlığını devam ettirebildiği alt ve üst sınırlar arasında kalan değerlere ekolojik tolerans denir.
Leibig’in Minimum Yasası: Canlıların yaşayabilmesi için alınması gereken besin maddelerinin en azından minimum miktarda alınması gerektiğini savunan kuram, ilk olarak 1840 yılında Leibig tarafından bitkiler için ortaya atılmış daha sonra tüm ekolojik etmenlere uygulanmıştır.
Canlı varlıkların yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli uygun çevre koşullarına sahip bölge veya ortama BİYOTOP denir.
Mutualizm; birbirlerine karşılıklı olarak yarar sağlayan iki canlının bir arada yaşamasıdır.
Kooperasyon; ortak yaşayan türün biri diğerinden faydalandıktan sonra da bağımsız olarak yaşamını devam ettirebilmesidir.
Komensalizm; türlerden biri yarar sağlarken, diğer türün birliktelik yarar ya da zarar görmediği birlikteliktir.
Bir coğrafi bölge (ülke, bölge, yöre vb.,) içerisinde ekolojik anlamda yetişme ortamı koşulları birbirine benzeyen bitkilerin bir araya gelerek oluşturdukları birliktelikler vejetasyon olarak tanımlanmaktadır.
Kommunite (biyosönoz=tür topluluğu): Belli bir ortamda ve uygun ortam koşullarında yaşayan, yaşadığı ortamda etkileşim halinde bulunan çeşitli türlere ait bireylerin oluşturduğu topluluktur.
Uzun gün bitkileri, bol miktarda güneş alan bölgelerde yetişmektedirler.
Çiçeklenmeleri uzun süreli güneş ışığı almalarına bağlıdır. Gün boyunca aldıkları güneş ışığı miktarı, gerekli olan miktardan daha az olduğunda çiçeklenmeleri az, yaprakları fazla olur. Örnek olarak arpa, buğday, yulaf, pirinç gibi bitkiler verilebilir.
Ekvator bölgelerinde yaşayan günün daha az bir bölümde güneş ışığı alarak yaşayan bitkiler kısa gün bitkileri olarak adlandırılır. Uzun gün bitkilerine nazaran günlük karanlık periyoda ihtiyaç duyarlar. Karanlık periyotları sırasında bir aksaklık olursa çiçeklenmeleri gecikir. Kısa gün bitkilerine patates, turp, şeker pancarı örnek olarak verilebilir. uzun gün bitkilerinin tam tersine, kısa gün bitkileri 13-14 saat ışıklanma süresinin altındaki sürelerde çiçeklenirler. Bu sürelerin üstündeki ışıklanma sürelerinde kısa gün bitkilerinde yaprak ve dal sayısında artış, köklerde ise gelişme görülür. Mısır, çilek, soya fasülyesi ve patates bu gruba giren bitkilerdendir.
Gün uzunluğunun etkilemediği ve hem uzun günde hem de kısa günde çiçeklenebilen bitkiler de bulunmaktadır. Bu bitkilere nötr gün bitkileri denir. Pamuk, tütün, ayçiçeği ve domates örnek olarak verilebilir.
Hızı 4 m/s’den daha fazla olan rüzgârlar bitkilere zarar verir. Rüzgâr hızı arttıkça bitkilere mekanik olarak zarar verir. Örneğin R-rüzgâr hızı 10 m/s olunca küçük ağaç dallarını oynatır ya da rüzgârın hızı 20m/s’ ye çıkınca ağaçların büyük dalları sallanır, tarla bitkileri yere yatar, çiçek, tene ve meyveler dökülür, bitki yaprakları parçalanır.
Rüzgârın mekanik etkisi: Rüzgâr hızı arttıkça bitkilere mekanik olarak zarar verir.
• Rüzgâr hızı 10 m/s olunca küçük ağaç dallarını oynatır.
• Rüzgârın hızı 20m/s’ ye çıkınca ağaçların büyük dalları sallanır, tarla bitkileri yere yatar, çiçek, tene ve meyveler dökülür, bitki yaprakları parçalanır.
• Rüzgârın hızı 40 m/s olunca ağaçlar devrilir
Rüzgârın fizyolojik etkileri:
• Transpirasyonu artırarak bitkileri kurutur
• Dalların eğilip bükülmesi ile hücreler arasında bulunan suyun dışarı atılmasını sağlar.
• Toprakta bulunan suyu buharlaştırdığından bitki, kökleri vasıtasıyla su ihtiyacını karşılayamaz ve kurur.
Rüzgârın morfolojik etkisi: Bitkiler rüzgârın kurutucu etkisinden kendilerini koruyabilmek için stomalarını kapatır. Bu durum normal gaz alış verişini engellediği için bitkilerde büyüme ve gelişme durur. Rüzgâr nedeniyle CO2’i bol olan hava az olan hava ile yer degistirir. Bu nedenle bitkilerin fotosentez hızları düser ve büyüme yavaslar. Rüzgârı bol yerdeki bitkilerde cücelesme görülür.
Sınırlayıcı faktörün düşük yağış ve yüksek sıcaklık nedeniyle biyoçeşitliliğin düşük olduğu ekosistem çeşidi ÇÖL.
Bitkiler Kuru toprakta kalan ve toprak havasında bulunan toprak suyu türü higroskopik su ve su buğusundan çöl ortamı gibi çok kurak ortamlar dışında faydalanamazlar.
Bitkilerin sap, yaprak, çiçek gibi organlarının toprağa olan iz düşümüne yaprakla kaplama, kökle dip kaplama denir.
Bitkiler için çok zararlı olan 280'den daha kısa olan UV.
Transpirasyon, terleme olarak da bilinir, havanın emme kuvveti sayesinde bitkinin hava ile temasta organlarından dışarıya subuharı verilmesi olayı. Transprasyon bitkilerin serinlemesine yardımcı olduğu gibi yapraklardan itibaren zincirleme bir emme kuvveti de doğurur. Bu ise topraktan su emilimini kolaylaştırır.
Bitkilerde sıvı şeklinde su kaybına gutasyon denir.
Bitkilerde transpirasyon (terleme) ve gutasyon (damlama) olmak üzere başlıca iki şekilde su kaybı olmaktadır. Transpirasyon ve gutasyon dışında bitkilerde yaralanma ile de su kaybı söz konusudur. Bu tür su kaybına eksüdasyon (yaşarma) denir. Yaşarma ile su kaybına en güzel örnek asma yapraklarının budanması sonucu gerçekleşen su kaybı verilebilir.
Suyun toprak yüzeyinden ve yüzey sularından buharlaşması olayı ile canlıların özellikle bitkilerin terleme veya solunumları sonucu atılan suyun toplamına Evapotranspirasyon
Güneşin doğuş ve batışı ile ilgili olarak yaşanan periyodik ışıklanmaya “fotoperiyot.
Hava sıcaklığının günün saatlerine göre değişiklik göstermesine TERMOPERİYOT.
Akuatik:organizmalar, suya ihtiyaç duydukları yaşam alanlarına göre sürekli su içinde yaşayan ve hidrofil olarak da isimlendirilen bitki türleridir.
Mera amenajmanı: bitki örtüsü, toprak ve doğal kaynaklara zarar vermeden en fazla hayvansal ürünü elde etme amaçlı otlatma alanlarının kullanımının planlanmasına ve planların uygulanmasına denir.
Klimaks Toplum: Bilimsel ekolojide, doruk toplumu veya iklimsel doruk topluluğu, bir bölgedeki bitki örtüsünün gelişiminde ekolojik ardışık süreç yoluyla zaman içinde sabit bir duruma ulaşan kuzey ormanı bitki, hayvan ve mantar topluluğu için tarihi bir terimdir.
Bitki topluluklarının düzenli bir biçimde birbirini takip ederek mevcut alanı kaplaması SÜKSESYON olarak ifade edilir. Süksesyon, belli bir zaman diliminde ekolojik topluluğun tür yapısındaki değişim sürecidir. Süksesyon, on yıl veya bir türün tükenmesine bağlı olarak milyonlarca yıl sürebilir. Süksesyon başlangıç noktasına bağlı olarak “Primer süksesyon” veya “Herhangi bir nedenden dolayı tahrip olan bitki örtüsünün yerine yeniden bitki örtüsünün gelişmesi süreci” olarak adlandırılır.
Primer süksesyon. Ekolojik topluluk tarafından daha önce işgal edilmemiş bölgenin kolonizasyona bağlı olarak art arda gelen dinamiklere primer süksesyon adı verilir. Örnek olarak yeni açığa çıkmış kaya veya kum yüzeyler, lav akıntıları ve yeni açığa çıkmış buzul fayanslar verilebilir.
Herhangi bir nedenden dolayı tahrip olan bitki örtüsünün yerine yeniden bitki örtüsünün gelişmesi süreci seconder süksesyon.
süksesyonda görülen basamaklar A)Yerleşme B) Rekabet D) Göç E) Nudasyon
**çayır ve mera ekosistemlerinin fotosentez yapan canlılar tarafından besin maddesi olarak kullanılabilen organik maddeler halinde enerji depo etme derecesine Primer prodüktivite denir.
Nispi nem, belirli bir sıcaklık derecesinde 1 m3 havada bulunan su buharı miktarının, aynı sıcaklık derecesinde 1 m3 havayı doygun hale getiren su buharı miktarına nispi nem denilir ve % ile gösterilir.
Yüksek nispi nem terlemeyi azaltır, bitkilerin ısı yükünü artırır, stomal kapanmaya neden olur ve karbondioksit alınımını azaltır. Yüksek nispi nem ayrıca meyve kabuklarının incelmesine, meyvelerin sulu ve yumuşak, sebzelerin ise gevrek ve iri olmasına neden olur.mantari hastalıkların çıkmasına ve şiddetinin artmasına, tozlanmanın engellenmesine, hasadın gecikmesine ve ürünlerin depolama sürelerinin kısalmasına neden olur.
Güneş ışınlarından gelen enerji, yeşil yapraklı bitki hücreleri (klorofil) tarafından fotosentez yapmak üzere alınır ve kimyasal enerjiye dönüştürülür. Fotosentez, yeşil bitkilerin havadan alınan karbondioksit (CO2) ve topraktan alınan suyu güneş ışığı enerjisi yardımı ile klorofil pigmenti katalizörlüğü altında birleştirirerek çeşitli organik maddelerin oluşturması şeklinde tanımlanabilir.
İklim degişikliğine; enerji üretimi, ulaşım, endüstriyel faaliyetler, tarımsal faaliyetler, orman yangınları ve atıklarından kaynaklanan başta CO2 ve metan (CH4) gazları neden olmaktadır.
Güneş ışınları yeryüzünde elektromanyetik dalgalar oluşturur. Bu elektomanyetik dalgaların % 4’ü ultraviyole, %52’si kızıl ötesi ve %44’ü görünür ışıktır. Bununla birlikte güneş ısınlarının sadece %1-%5’i fotosentez için kullanılır.
Düşük sıcaklığın bitkilerde farklı tepkilere neden olmasında
• Düşük sıcaklığın miktarı ve süresi,
• Sıcaklık düşmesinin ani ya da zamana yayılmış bir biçimde oluşu,
• Bitki morfolojisi,
• Bitkinin büyüme hızı ve gelişme devresi,
• Bitki bünyesindeki besi elementi ve su miktarı önemli rol oynamaktadır.
Çayır ve mera ekosistemlerinin belli başlı öğeleri şu şekilde sıralanabilir;
• Abiyotik (cansız) maddeler; toprak, su, kaya, çevrede bulunan temel organik ve inorganik bileşikler,
• Üreticiler, ototrof organizmalar; fotosentez yapan yeşil bitkiler,
• Tüketiciler, heterotrof organizmalar; diğer canlılarla beslenenler,
• Ayrıştırıcılar; genelde bakteri ve mantarlar olup ölü protoplazmik kompleks bileşikleri daha basitlerine parçalayanlar.
İKLİM
Türkiye’nin iklim bölgelerinin tarımsal açıdan belirlenmesi konusu ilk kez 1937 yılında Atatürk tarafından iklim, su ve toprak verimliliği açısından tarım bölgelerinin belirlenmesi çalışmaları başlatılmıştır.
Frigana: Akdeniz iklim kuşağının kalkerli zeminde yetişen çalı formundaki bitkileridir.
Bitkisel üretim alanının %69’u tarla ürünleri, %19’u nadas alanları, %3’ü sebze üretim alanları, %5’i meyve alanları, %2’si zeytin alanları ve %2’si bağ alanları oluşturmaktadır.
Doğu Anadolu-1
En soğuk kışlarının hakim olduğu iklim tipidir. Ortalama yıllık sıcaklık 2,5 °C'dir. Nispi nem % 69 civarındadır. Yıllık toplam yağış 548 mm civarındadır.
Su ve atık su arıtım süreçleri "fiziksel ve kimyasal arıtma süreçleri", "biyolojik arıtma süreçleri" ve "ileri arıtım yöntemleri" olmak üzere üç ana başlık altında sınıflandırılabilir.
fiziksel ve kimyasal arıtma süreçlerinde uygulanan yöntemler; ızgaralar, kum tutucular, havalandırma, koagülasyon, çöktürme (sedimantasyon), yüzdürme (flotasyon) ve süzme (filtrasyon) olarak özetlenebilir.
İleri arıtım yöntemleri :kimyasal yükseltgenme, iyon değişimi, adsorpsiyon, membran teknolojisi, dezenfeksiyon ve gaz sıyırma olarak ifade edilebilir.
Akarsularda, göllerde ve diğer su ortamlarında su kalitesinin ana belirleyicisi “çözünmüş oksijen”dir.
Ülkemizde hava kalitesinin korunmasına yönelik ilk kapsamlı düzenleme 2 Kasım 1986 yılında yayımlanan “Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği’dir.” Bu Yönetmelik’in amacı, her türlü faaliyet sonucu atmosfere yayılan is, duman, toz, gaz, buhar ve aerosol halindeki emisyonları kontrol altına almak; insanı ve çevresini hava alıcı ortamındaki kirlenmelerden doğacak tehlikelerden korumak; hava kirlenmeleri sebebiyle çevrede ortaya çıkan umuma ve komşuluk münasebetlerine önemli zararlar veren olumsuz etkileri gidermek ve bu etkilerin ortaya çıkmamasını sağlamaktır.
Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamında,
dünya ekosisteminde (Şekil 8.2) çevre koruma faaliyetlerinin temel amaçları şunlardır:
• Biyosferin korunması (fauna ve floranın korunması, biyolojik çeşitliliği yok edecek faaliyetlerin engellenmesi, gürültü, koku ve görüntü gibi canlılar üzerinde olumsuz etki yapan estetik kirliliğin azaltılması, planların doğayla uyumlu yapılması ve uygulanması)
• Atmosferin korunması (küresel ısınma etkilerinin azaltılması, hava kirliliğinin önlenmesi,
iç ve dış ortam havasının, iklimin, ozon tabakası ile birlikte atmosferin diğer tabakalarının korunması)
• Hidrosferin korunması (içme ve kullanma suyu ile yeraltı ve yüzeysel su kaynaklarının korunması, sucul ekosistemlerde kirliliğin ve etkilerinin azaltılması, su döngüsünün sağlıklı bir şekilde devam etmesini engelleyecek faaliyetlerin azaltılması)
• Litosferin korunması (toprağın doğal yapısının korunması, entegre atık yönetimi ile kirliliğin engellenmesi, gübre ve pestisitlerde organik tarım alternatiflerinin seçilmesi, erozyonla ve çölleşme ile mücadele)
Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) Kalıcı Organik Kirleticilere ilişkin Stockholm Sözleşmesi, 2004 tarihinde yürürlüğe giren küresel nitelikli bir anlaşmadır. KOK’lar, kullanıldıkları bölgelerde buharlaşan ve atmosferde uzun mesafeler boyunca taşınabilen yarı uçucu kimyasal maddelerdir.
Planlanan bir faaliyetin çevreye yapacağı doğrudan ve dolaylı etkilerinin belirlenmesi amacı ile yapılacak çalışmalarda aşağıdaki bazı hususlara dikkat edilmelidir:
• Bölgeye ait tüm kirletici parametrelerin özellikleri ve miktarının belirlenmesi ve kirlilik problemlerinin ortaya konulması
• Ekosistem ögelerinin tespit edilmesi, durumlarının belirlenmesi ve alternatif koruma tedbirlerinin saptanması
• Bölgedeki sucul ekosistemlerin (yüzey suları ve yeraltı su kaynakları) potansiyelinin saptanması, mevcut su kalitesi ve kalitede beklenen değişimlerin belirlenmesi
• Hava kalitesinin tespit edilmesi ve emisyon envanterlerinin çıkartılması
• Gürültü, koku ve görüntü kirliliği gibi estetik problemlerin ortaya konulması ve oluşabilecek değişimlerin tespit edilmesi
• Sosyoekonomik durum envanterlerinin çıkarılması ve kültürel kaynakların tanımlanması
• Mevzuatlarda tabi olunması gereken su, hava, toprak ve diğer kalite standartları ile yönetmeliklerin tespit edilmesi ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
Tehlikeli Atıkların Sınır Ötesi Taşınımına ve Bertarafına İlişkin Basel Sözleşmesi: Gelişmiş ülkelerde üretilen tehlikeli atıkların gelişigüzel bir şekilde gelişmekte olan ülkelere boşaltılmasına karşı oluşan protestolar sonucunda ortaya çıkan kamuoyu baskısı ile 1989 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde kabul edildi. Sözleşme; insan sağlığı ve çevrenin, tehlikeli atıklar ve diğer katı atıkların oluşumu ve yönetiminden kaynaklanacak etkilerden korunması ve bu etkilerin tüm tarafların katılımı ile sıkı bir şekilde kontrol edilmesini hedeflemektedir. Türkiye bu sözleşmeye 1994 yılında taraf olmuştur.
ÇED raporunda bulunması gereken ana başlıklar şu şekildedir:
Proje konusu, tanımı ve amacı
Proje için seçilen alanın detaylı bilgileri, alanın ve etki alanının çevresel özellikleri
Projede kullanılan üretim yöntemleri ve projenin kapasitesi
Projenin teknoloji alternatifleri
Sosyal ve ekonomik yönden önemi ve gerekliliği
Projeye ilişkin ulusal-uluslararası standartlar ve yasal durumlar
Projenin yaratabileceği çevre sorunları ve alınacak tedbirler.
ÇIKMIŞ SINAV SORULARI:
Birinci sınıf arazi; alışılmış ziraat metotları uygulanabilen düz veya düze yakın, derin, verimli ve kolayca işlenebilen toprakları ihtiva eden arazidir.
İkinci sınıf araziler tarıma uygun hafif meyilli hafif ıslak özelliğe sahip arazilerdir.
Üçüncü sınıf araziler yüksek erozyon riski taşıyan aşırı ıslak az verimli arazilerdir.
Dördüncü sınıf araziler aşırı meyilli ve toprak içeriği nedeniyle tarımsal işleme uygun olmayan arazilerdir.
Beşinci sınıf araziler çayır, mera ve orman gibi uzun ömürlü bitkilerin yetiştiriciliğine uygun arazilerdir.
Çevrenin ekonomik, politik ve toplumsal ögelerinin tek bir çevre sistemine doğru yönelmesi sürecini KÜRSELLEŞME ifade eder.
TAŞIMA KAPASİTESİ gelecekte çevrenin aynı miktardaki popülasyonun sürdürülebilirliğini bozmadan yaşamını devam ettirebileceği bir türün maksimum birey sayısını ifade eder.
Organik tarım açısından önemli bir yeri olan kuru üzüm ve kuru incir üretiminde başta gelen coğrafi bölgemiz EGE.
Çevresel Etki Değerlendirmesİ: planlanan bir faaliyetin çevrede yaratacağı etkilerin incelenmesi için uygulanan yöntemler dizisi, gelecekte meydana gelebilecek olumsuz çevre etkilerinin öngörülmesi, faaliyet için ortaya koyulan farklı seçeneklerin karşılaştırılarak en iyi olanının seçilmesi sürecidir.
Evsel ısınmada fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanan hava kirleticisi KÜKÜRDİOKSİT.
Serin ve soğuk yerlerde yetişen kışlık bitkilerin çiçeklenme aşamasına geçebilmek için gelişmelerinin ilk devrelerinde belirli süre yüksek, belirli süre düşük sıcaklık istemelerine Yarovizasyon
Yorumlar
Yorum Gönder